Türkiye: Yıl 1 - Haber 1Haber 1

Türkiye: Yıl 1

26 Mayıs 2016 - 17:09

ABONE OL

Esasında Türkiye uçağı 2014 Ağustosunda piste çıkmıştı. Uçuşa hazırdı. Motorlar çalışıyordu. Ama… uçak iki yıl pistte bekledi. Çok yazık!

Türkiye çok değerli iki yılını kaybetti. Siyaset Bilimi teknisyenlerinin şimdi iş başı yapıp uçağın iki yıl niye uçuşa geçemediğini açıklamaları lazım.

İKİ YILLIK RÖTAR: AÇIKLAMASI ZOR DEĞİL.

2014 yılında Recep Tayyip Erdoğan doğrudan halk oyuyla Cumhurbaşkanı seçildi. Bu Türk tarihinde çok büyük bir devrimdi. Bir ilkti.

Ama ne oldu? Bu geçen iki yılda siyaset çok lüzumsuz, çok gereksiz bir patinaj yaptı. Türkiye vakit kaybetti. Ne oluyordu Televizyon kanallarında bu konu çok konuşuluyor. Ama üzücü olan nokta analizlerdeki bilgi eksikliği.

2014 Ağustosunda Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldıktan hemen sonra Anayasanın Cumhurbaşkanı yetkileri ile ilgili 104. Maddeyi okusalardı çok iyi olurdu.
Hatanın sistemde olmadığını net bir şekilde görürlerdi. Hata bir pilotaj hatasıydı.

HATA SİSTEMDE DEĞİL UYGULAMADAYDI.

2014 öncesi ve sonrası Anayasal bakımdan gece ile gündüz kadar farklı. 104. Madde 1982’den beri vardı. Bu madde Cumhurbaşkanına olağanüstü yetkiler veriyordu.
En önemlisi de: Cumhurbaşkanının yetkileri arasında Başbakanı göreve getirmek ve Bakanlar Kurulunu kendi Başkanlığında toplamaktı.

2014: NE DEĞİŞTİ?

Aynı madde 2014 öncesinde de vardı. Ama büyük bir farkla. 2014 öncesinde “patron” Başbakandı.

Nasıl mı? Bu dönemde Cumhurbaşkanını Meclis seçiyordu. Meclis’te de “patron” iktidarı kazanan partinin Genel Başkanıydı. Yani Başbakandı.

Cumhurbaşkanının kim olacağının kararı Başbakanın iki dudağı arasındaydı. Cumhurbaşkanını fiili olarak tek bir kimse, Başbakan belirliyordu.

Bu durum Türkiye’de büyük bir kaos yaratıyordu. Yetkilerini kullanmak isteyen Cumhurbaşkanlarına Başbakanlar tepki gösteriyorlardı.

Cumhurbaşkanı Sezer’e “seni biz oraya getirdik, nankörlük etme” sözleri hala akıllardadır.

2014 SONRASINDA TEK “PATRON” VAR. CUMHURBAŞKANI. NEDEN?

2014’te ise Cumhurbaşkanı doğrudan milli irade ile halk tarafından seçildi. Seçilen Cumhurbaşkanının artık Başbakan’a hiçbir borcu yoktu.

Cumhurbaşkanı doğrudan milli iradeye, sadece milli iradeye karşı sorumluydu. Cumhurbaşkanını seçen halktı. Başbakan değildi.

Bu yeni çerçevede Cumhurbaşkanı Anayasanın kendisine 104. Maddede tanıdığı yetkileri özgür bir şekilde kullandı. Başbakanı atadı.

Başbakanı atamak, değiştirmek, tüm Bakanlar Kurulu toplantılarına Başkanlık etmek Cumhurbaşkanının Anayasadan kaynaklanan yetkileriydi.
Onu bu makama getiren eskiden olduğu gibi Meclis çoğunluğu içinden gelen Başbakan değildi.

Cumhurbaşkanının önünde sorumlu olduğu tek makam 2014’ten itibaren kendisini seçen milli iradeydi.
Başbakanın Cumhurbaşkanına uyum sağlaması bir lütuf değil, Anayasal bir zorunluluktu.
Cumhurbaşkanı isterse tüm Bakanlar Kurulu toplantılarını kendi Başkanlığında Başkanlık Sarayında yapabilirdi.

Anayasanın bu maddeleri virgülüne kadar yarı Başkanlık sisteminin uygulandığı Fransız Beşinci Cumhuriyet Anayasasından alınmıştı. Ama bir farkla:
2014’e kadar Türkiye’de Cumhurbaşkanını fiili olarak Başbakan atıyordu.
2014 Ağustosundan itibaren ise Türkiye’de de Cumhurbaşkanını doğrudan halk seçmeye başladı.
Cumhurbaşkanı Anayasal bakımdan Başbakan’a bağlı olmaktan kurtuldu.
Tam tersine artık Başbakan kendisini atayan Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olmaya başladı. Tıpkı yarı Başkanlık sistemindeki Fransa’da olduğu gibi.

Ama sistem Türkiye’de çalışmadı. Uçak pistte kaldı. Havalanamadı. Sistem patinaj yapmaya başladı. Sorumlu kimdi? Sorumluluk neden kaynaklanıyordu?

2014’TE TÜRKİYE’DE SİYASAL SİSTEM TARİHİNDE GÖRMEDİĞİ BİR “BEYİN YIKAMA” HÜCUMUNA UĞRADI.

Bu beyin yıkama koalisyonunun içinde Recep Tayyip Erdoğan düşmanı tüm güçler toplandı: muhalefet partileri, merkez medya, bazı güçlü işveren çevreleri ve örgütleri,
dış güçler ve “paralel”. Bu “orkestranın” ana argümanı 2014 olmamış gibi hep eskiye referans yapmak oldu. Onlar için “Patron” eskiden olduğu gibi Başbakan olmalıydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan siyaset dışında kalmalı ve Başbakanın icraatına karışmamalıydı. Bu senaryo uygulamaya kondu.

“ANA ENTRİKA CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’A TUZAK.”

“Ana entrika Cumhurbaşkanına tuzak” başlıklı analizimi 10 Ağustos 2015 tarihinde Haber1.com’da yayınladım. O tarihte bunu yayınlamak cesaret işiydi.
“Paralelin” düşmanlığını üzerime çektim. Bu analiz acaba Cumhurbaşkanına danışmanlarınca ulaştırılmış mıydı? Bu bir siyaset bilimi profesörünün, hayatının önemli bir
kısmı yurt dışında bir Başkanlık sisteminde geçmiş bir kişinin bir uyarı yazısıydı. Türkiye hatalı bir yola giriyordu. Tehlikeli bir şekilde “çift başlılığa” yöneliyordu.
Süratle Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu uyarmak gerekiyordu. “Çift başlılık” artık Anayasadan kaynaklanmıyordu. Uygulamadan kaynaklanıyordu.

2014 sonrasında artık Başbakanlık liderlik makamı değil icraat makamıydı. Lider tekti: Cumhurbaşkanıydı.

Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmasının dışında, AK Parti kurucusu olması dışında liderliğini doğrudan halk oyuyla seçilmesi sonucu Anayasa belirliyordu.

Hükümet Cumhurbaşkanının Başkanlığında sürekli olarak Başkanlık sarayında toplanmalıydı.
Bu yapılmazsa, Başbakan kendisine Türkiye’nin “yeni lideri” olarak algılarsa bunalım kaçınılmaz olacaktı.

BÖYLE DE OLDU.

İkaz yazılarımı yayınlamaya devam ettim. “Türkiye adım adım Başkanlığa yürüyor” başlıklı yazımda ” Türkiye, 2014 yılından itibaren Anayasa’nın ön gördüğü sistemi
uygulasaydı zaman kazanılacaktı. Olmadı.” Tarih : 30 Ocak 2016. Yani krize daha üç ay vardı.

SORUMLULAR KİM?

Türkiye’yi “çift başlılığa” sürükleyen güçler kim? Başbakan Davutoğlu’nu zamansız bir “liderlik” koşusuna teşvik edenler kim? Tarih bu sorumluları bulmakta hiç
zorlanmayacak.

Bu sorumlular arasında iç ve dış güçler uyumlu bir orkestra gibi çalıştı. Hedef Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dı. Hedef Türkiye’ydi.

Şimdi dış düşmanlar ağlıyorlar. Bunların arasında batı dünyası var. Ve en başta da “paralel” var.

Ama “tiyatro” bitmedi. Yeni senaryolar gündemde. Türkiye’yi karıştırmaya çalışıyorlar.

TAŞLAR YERİNE OTURDU AMA…

Düşmanlar hala ayakta. “Paralel yargı” ile mücadele de son iki yılda Erdoğan yapayalnız bırakıldı. “Paralel yargıya” bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan “kanser” teşhisi
koymuş olmasına rağmen Cumhurbaşkanının direktifi sümen altı edildi.

Bu Türkiye’ye karşı en büyük ihanetti. Çünkü “paralelin” hedefinde yalnız Cumhurbaşkanı ve çocukları değil, siz, ben gibi Türkiye’yi çok sevdiği için,
Türkiye aşığı olduğu için sırf bu sebeplerle Erdoğan’a kayıtsız şartsız destek veren hepimiz vardık.

Biz mi kazanacaktık yoksa Türkiye düşmanı bu enternasyonal “paralel” ve onun en büyük silahı, süngüsü “paralel yargı” mı?

Yeni dönemin temel meydan okuması şimdi bu. Tehlike devam ediyor.

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.