TÜSİAD’ın yeni başkanı Muharrem Yılmaz başarılı olacak mı? - Haber 1Haber 1

TÜSİAD’ın yeni başkanı Muharrem Yılmaz başarılı olacak mı?

05 Şubat 2013 - 10:27

ABONE OL

Muharrem Yılmaz başarılı olacak mı? Bu soruya cevap verebilmek için TÜSİAD’ı dünden bugüne bir büyük tablo içinde değerlendirmek lazım.

DÜNDEN BUGÜNE TÜSİAD

İstanbul Üniversitesi. Sabahın erken saatleri. Rektörlük Uluslararası İlişkiler makam odamda telefonum çalıyor. Arayan Paris. Konuşan gergin bir hanım. “Profesör Karakartal bugünkü programınızı değiştiriyoruz. Akşam yemeğini Bay Ramikoz’un evinde yiyeceksiniz. Kendisini tanıyor musunuz?” Cevabım: “adını hiç duymadım.” “o zaman telefonu not edin. Acilen sizden telefon bekliyor.”
Verilen numarayı arıyorum. “Bay Ramikoz ile konuşabilir miyim?” Karşımdaki hanım kahkahayı patlatıyor: ” öyle birisini tanımıyorum. Ama isterseniz sizi Rahmi Koç beyle konuşturabilirim .”
Rahmi Koç bey bana “sizi ve misafirlerinizi bu akşam yemeğine bekliyoruz.” diyor. Stres içine giriyorum. Fransa’da kıyasıya bir Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası var. İki aday çarpışıyor. İkinci aday Francois Mitterand. Birinci aday Profesör Raymond Barre. Kamuoyu araştırmaları onu beş puan önde gösteriyor.

Paris Uluslararası İlişkilerde Profesör Raymond Barre ile Başbakan olmadan önce beraber ders veriyorduk. Başbakan olduktan sonra Cumhurbaşkanlığı kampanyasının inanılmaz ritmine rağmen beni kırmıyor. İkinci kez gene bir haftalığına Türkiye’ye davetlim olarak geliyor.

Cumhurbaşkanlığı kampanyasını yürüten ekibinde ikinci Türkiye seyahati nedeniyle kıyamet kopuyor. “Olmaz” diyorlar. Raymond Barre sempatik ama çok otoriter bir kişiliğe sahip. “Dostum Karakartal ile İstanbul’da ikinci kez buluşacağız. Bu bize ikinci kez Başbakan Özal’la görüşme imkanı verecek.”
Kampanya ekibi şartlarını koşuyor. Özel uçak, elli kilometreyi aşan yolculuklar içinde helikopter. Türkiye programının detaylarını kendileri onaylayacaklar.

Sponsorum vefat edinceye kadar dostum olan rahmetli Sakıp Sabancı. Onun da program konusunda adeta matematik titizliğini biliyorum. Günler öncesinden milimetrik bir organizasyon yapıyoruz.
Profesör Barre’ın hareketinden önce Paris havaalanında grev başlıyor. Haberi öğle uykusunda olan Sakıp Sabancı’ya iletiyorum. Bana “hocam sizi on dakika sonra arayayım” diyor. Ve arıyor da. “Raymond Barre ve ekibine Paris-Cenevre hızlı treninde yerlerini ayırttım. Cenevre havaalanında ortağım Philip Morris’in uçağı hazır bekliyor. Philip Morris’in adamları Barre ve ekibini Cenevre garında karşılayıp havaalanına getirecekler.” İşte Sakıp Sabancı bu.

Paris’ten bana Rahmi Koç beyin akşam yemeği konusunda ültimaton gibi telefonun geldiği günün programı da çok önceden planlanmış. Özel uçakla sabahleyin İzmir’e hareket. İzmir’den askeri helikopterle Kuşadası’na gidiş ve öğle yemeği. İzmir’den Ankara’ya hareket ve Başbakanlık konutunda Başbakan Özal’la buluşma. Akşam yemeği için İstanbul’a Atlı Köşk’e dönüş.

İşte bugünün sabahında Paris’ten gelen telefon herşeyi değiştiriyor. “Akşam yemeğini Ramikoz’da yiyeceksiniz.” Hayır dememe imkan yok. Ama Sakıp beye durumu nasıl açıklayacağım? Onun emri vakilerden nefret ettiğini biliyorum. İçimden Rahmi Koç beyin Paris’te ne kadar gücü varmış diyorum.
Telefonda Rahmi Koç beyle konuşmaya devam ediyorum. “Ankara dönüşü Yeşilköy’den sizi aldıracağım. Saat kaçta İstanbul’a dönüyorsunuz?” Ben “Sakıp beyin arabası bizi Yeşilköy’de bekleyecek. Biz size geliriz” diyorum ve adresini soruyorum. ” Siz sahil yolundan Atlı Köşk istikametine gidin biz sizi buluruz” diyor.

Hikayenin gerisi adeta bir James Bond hikayesi gibi. Sakıp bey program değişikliğine çok sinirleniyor. “Hocam günler öncesinde yapılan program böyle değişmez ki.” “Yapacak bir şey yok” diyorum.
Kortejimiz Ortaköy’ü geçiyor. Emirgan istikametinde ilerliyoruz. Rumeli Hisarının neredeyse denizle birleştiği noktada Sabancı’nın limuzin Kadillak arabası durdurulup tüm kapılar aynı anda açılıyor. Kadillak limuzinde Barre ve eşi, Sakıp bey ve ben varım. Kapılar aynı anda açılınca hepimizin yüzünde bir endişe: bu bir suikast mı? Ama karşılayanlar Koç Holdingin sorumluları. Müthiş bir organizasyon. Arabanın hemen yanında denizde Rahmi Koç beyin teknesi bekliyor. Kendimizi çalkantılı bir boğazda teknede buluyoruz. Karşı sahildeki yalısında Rahmi Koç bey ve oğlu Ali Koç bey bizi karşılıyorlar.

KURUMLAR VE LİDERLER

Öğrendiklerimin sadece bir kısmını kitaplara borçluyum. Benim hocalarım dünyayı yöneten siyasi liderler ve dünyanın en başarılı iş adamları oldu.

Son elli yıldır kurumsallaşma tartışılıyor. 1967’de Paris Siyasal Bilgiler ve Sorbonne Üniversitesini bitirip 1973’de de Sorbonne’da doktoramı tamamlayınca kurumsallaşma konusunda dersler vermeye başladım. Dev şirket yöneticileriyle uygulamalı seminerler tertip ettim. Son elli yılda kurumsallaşma teorisi çerçevesinde büyük şirketler yeniden dizayn edildi. Ama yanlış uygulamalar, cahillik dolu öneriler bir çok kurumun canına okudu. Yarım yamalak teorik bilgiler ve tecrübe eksikliği bu yıkımların nedenini açıklıyor. Ben bunca yıllık tecrübeden sonra şunu öğrendim. Kurumlarda liderler son derece önemli. Deha az rastlanılan çok önemli bir değer. Kişisel ilişkiler de vazgeçilmez bir önem taşıyor. Bunlar olmasa gelişmeler çok farklı olurdu.

BİR ÖRNEK: 12 EYLÜL ASKERİ DARBESİNDEN SONRA AVRUPA İLE İLİŞKİLER KENDİLİĞİNDEN DÜZELMEDİ.

1980 askeri darbesi sonucunda Türkiye batıdan kopma noktasına geldi. Bir rastlantı mı? Batıda da bu dönemde sosyalist ve komünist partiler iktidara geldi. Almanya’da, İtalya’da, İspanya’da, Portekiz’de, İngiltere’de, Fransa’da sol iktidara geldi.

NATO’da üye sayısı bakımından ağırlık Avrupalılarda. Avrupa’da da sol partiler iktidara gelince askeri darbe ile yönetilen, siyasetçileri hapse atan Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması süreci başlatıldı.
Eğer kurumsallaşma tam olarak çalıştırılsaydı en azından Yunanistan örneğinde olduğu gibi Türkiye’nin üyeliği askıya alınırdı.

Ortam çok gergindi. Fransa’da Cumhurbaşkanı sosyalist Mitterand Fransız komünist partisiyle koalisyon yapmış, ulaştırma bakanlığını komünistlere bırakmıştı. Air France ulaştırma bakanlığına bağlıydı. Bu uçaklarda da Türkiye’yi küçümsemek ve provoke etmek için her türlü şey yapılıyordu. Air France uçakları Türkiye sınırına girdiği anda hostesler anons yapıyordu: “T&

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.