Felaket korkusu... - Haber 1Haber 1

Felaket korkusu…

20 Aralık 2012 - 14:30

ABONE OL

Mehmet Akif Ersoya sormuşlar: “Bu ülke ne zaman düzelir” diye. “Cüma namazına gelen cemaat, sabah namazına da geldiyinde” demiş. Soru önemli, ama cevab daha önemli. Böyle bir soru beni düşündürmeye başlıyor-acaba bu millet ne zaman düzelecek…

21 Aralık ya…2012 yılının sonu ya…korkuyla yaşayan, hazırlık yapanlar, heyecanlanan ne kadar fazla desek yine az….cahil insanları anladık, ya aydınlar da aynı heyecanı yaşıyorsa o zaman harbiden millete yazık olmuş….

Düşündün ki yılbaşı için önemli bilim adamlarından biriyle röportaj yapsam iyi olur. Seçime gelince düşünmeden büyük saygı duyduğum bilim adamı Ahmet Musaoğluna sorular gönderdim, zamanında cevablarımı aldım, şimdi okutuğunuz röportaj bir kaç günün hazırlığı işte…

-Hocam 2012 sona erdi, ama korku denilen bir şey hala insanlarımızı kötü halde etkiliyor…Bu yüzden önce korku üzerine konuşma yapalım. Korku denilen hiss hangi makamda iç dünyamızda yaranmaya başlıyor vede ne yapmalı ki hep korkudan uzak kalalım…

-Dünyada yükseltilentrendler arasında ‘Küresel Isınma VAR ve felaket getiriyor’ iddiası başı çekiyor. Olmakta olan bu olunca insanlık korkuyor.

-Peki de, insanlık neden korkutuluyor?
-Bunun cevabı, mesela; ‘buzullar eriyor’dan öte şeyler oluyor. Hemen her alanda‘Küresel Isınma VAR’ kurgulanınca da, örneğimiz ‘Küresel Isınma iddiası’ üzerinden devam edersek de; ‘Küresel Isınma’nın felaket getireceği okumamış veya okumamış olan ‘herkesin derdi’ yapılıyor! Bir ‘sorun/korku’ üretip, o ‘kurgu korkuyu’ herkesin ‘derdi’ yapınca, herkesin ‘benzer düşünmesi’ sözkonusu oluyor. Bu durum, dünyanın farklı coğrafyadaki insanların-insanlığın, “üretilen korku” karşısında ‘Ortak(Küresel) Bilinç’ kazanması (!) demek oluyor.

İnsanlığın ‘Ortak (küresel) Bilinç’ kazanması, korkutuldukça korkutulması sonucu doğuyor. ‘Felaket korkusu’ salınmasına paralel olarak, insanlığın ‘küresel olarak bilinçlenmesi’ gerektiği anlatıldığı için de, bir müddet sonra insanoğlu, ‘Küresel (ortak) Bilinç’ sahibi oluyor. Sonrasında da, insan, iklimleri nasıl değiştirdiğini, kutuplardaki buzulları nasıl erittiğini konuşmaya başlıyor. ‘Ortak bilinç/düşünce’oluşunca, ‘ortak konuşma’ başlıyor. Bu örneklememden anlaşılabileceği gibi de, “korku salınımı” kullanmak, “Küresel Tek Yapı” oluşturabilmek için çok etkili bir araç oluyor. ‘Salınan korku’, başka kaygıları geri plana ittiği için de, insanlığı ‘bütünleştirici/tektipleştirici’olmuş oluyor. Elde edilen bu sonuç, “insanlığın bilincine vurulan darbe”ile sağlanıyor. Bir toplumun,‘korku ile’ nasıl sindirilip, daha kötüsüne mahkûm edildiğinin çok çarpıcı bir anlatımı da bu açıklamam oluyor.

-Hala bile unutmadım..sizinle “2012 dünyanın sonu mu?” yazısını yayınladığım gün tanıştık. Siz sert tepki vermiştiniz…Hala bile “2012 dünyanın sonu” diyen bir sürü cahil mi desek, ya mahsus yaparak insanları korkuya salan insanlar mı desek var ki, onlar bu haberle yeniden kötü etkilere devam ediyor…
-Size sert çıktığımı hatırlamıyorum, ama eğer ‘sert’ çıkmışsam, ortada olan ‘akıldılığın’ savunulmasına çıkmışımdır. Allah, ilahi tek kitap olan Kur’an-ı Kerim’de, sıklıkla; “Akletmez misiniz?” boşuna dememiş. Akletmemiz gerekiyor. Basit mantıkla.. Dünyayı ve de dünyanın içinde bulunduğu Evren Sistemi’ni, “insanoğlu mu kurdu ki, onu yıkacak olan da o oluyor?”. Bu basit soruyu kendine sorup cevabını alamayan kişinin zaten “Beyaz Gömlek” giyip, en yakın rehabilitasyon merkezinde yatması gerekiyor. 21 Aralık 2012 felaket öngörüleri çok yakın. Bu zırvaya inanan insanları akıllı bulamadığım hakkımı kullanmak istiyorum! Çünkü, bu iddiları bilimsel akıl, bilimçöplüğüne bile sokmaz! Tıpkı Küresel Isınma VAR” hurafesi gibi, ‘Maya Takvimi 21 Aralık 2012′ kehaneti zırvası da, “korku” üzerinden “Küresel/Ortak Bilinç”; yani, amaçlanan “Tek/Küresel Devlet” kurmak amacı yolunda “tek düşünce” sağlamak oluyor. Maya iddiaları gibi “korku tuzaklarına” yakalanmamak için “Bilgi sahibi” olmak gerekiyor. Bilgi “korku değil, güç getirir”

-Sözkonusu imtihan yani…Mevlana diyor ki: “İmtihan içinde imtihan vardır”. Demek hala imtihan devam ediyor. Bence insanoğlu ömrünün sonuna kadar hep imtihan olunacak….Siz nasıl düşünüyorsunuz acaba?
Bugün “ortada bulunan Mevlana”ya ait olduğu söylenen sözlere baktığımızda; Mevlana denilen zatın, “İslam alimi olmaması” gerekiyor. Zaten, Mevlana’ın bizatihi kendisinin, 25-26 bin kadar değil de, “25 kadar” beyti olduğunun ifade edilmesi de, “ortadaki yüzergezen –kim olursan ol gel, binlerce tevbe bozsan da gel- Mevlana anlayışının”, bizim anladığımız “İslam alimi Mevlana’ya ait olmayacağını” gösteriyor. Bendeniz; “Ben sağ olduğum müddetçe Kur’an’ın kölesiyim. Ben, muhammed Muhtarın yolunun tozuyum. Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse, Ben, ondan da bizarım (şikayetçiyim), o sözlerden de bizarım.” söylemiş bir Mevlana’yı ve o düşünceyi ölçü alacak Mevlanıcılığı sevebilirim, ‘öteki’ni benimsemem. Sorunuzda sözedilen “İmtihan”, Kur’an’nın öngördüğü, “Yeryüzünün imtihan salonu yapıldığı, insanlığın da bu salonda imtihanda olduğu” ise, kabulümdür. O’nun dışındakilerden sözediliyorsa benim ‘’ölçüm’ olamaz. Tasavvuf, “İmtihan” yerine “ilahi aşk” soktuğu için “İslam anlayışı” reform ediliyor.

-Böyle bir laf var: Yüce Yaradan haksızlıkların karşısını aldığı zaman suçlu insanları cezalandırıyor tabii, ama çoğuzaman suçsuz insanları da cezalandırmak zorunda kalıyor. (Bu soruda Allahımıza hakk verdiğim için -zor- kelimesini kullanıyorum)
-Bir üst sorunun cevabında “imtihan”dan sözetmiştim. Kişi, “yeryüzü imtihanı” sonucu, ya zahmet çekecek ya da ödül/cennet alacaktır, ki, bu, Allah’ın vaadi’dir. Ya “teslim olursunuz” ya da “teslim alınırsınız”. İslam inancına sahip olan için bu. Sorunuz eğer, yeryüzündeki bu imtihanın yanında, yine yeryüzünde iken insanın, mesela, bir deprem ile bir kısım insanlarında “cezalandırıldığı” anlamında ise eğer; geleneğimizde yer alan; “İçimizdeki beyinsizlerin yüzünden bizi helâk edermisin Allah’ım” sözleri, bu noktaya çok uygun düşüyor. Kişi deprem soruncu ölümlere sebebiyet verecek kırık-fay hatlarına bina yapar ve biz buna ses çıkarmazsak, Kur’an’in istediği, “iyiliği emreden, kötülükten men eden-engelleyen” model insan tipinden uzak olmuş oluruz. O zaman da zaten, “Kader değil, belayı isteyip bulmak” sözkonusu oluyor.

felaket_korkusu.png -Müslüman ülkeleri arasında olan savaş yeniden güclendi. Suriye-Türkiye savaşına bakarsak görüyoruz ki kardeş kardeşinin sanki kanına susamış. Kardeşi kardeşe karşı düşman yapan gücler var tabii..ama neden kardeşler bunu bir türlü anlamak istemiyor? Siz dünya görmüş insan olduğunuz için bu sorunun cevabını mutlaka istiyorum…
-Sadece Suriye-Türkiye ‘çatışması’ örneğinde değil, “Arap Baharı” denilenin “darbe vurduğu” bütün ülkeler, “Anglosakson-Judea ortaklığı” olan ABD’nin, “Küresel Tek Yapı” kurma amacı için ‘çatıştırılıyor ya da içerde birbirlerini kırmaları sağlanıyor’; yeniden bir kez daha değişim-dönüşüme tabii tutulmuş bulunuyorlar. Müslüman Müslüman ile neden çatışıyor, diyorsunuz da, bunun cevabını Mehmet Akif 100 sene kadar önce zaten vermiş; “Müslümanlık bilmem ama, galiba göklerdedir” demiş. Çatıştıklarını söyledikleriniz “kardeşlik” nedir bilebilseler çatışırlar mı? “Kardeş olmadıkları, KENDİ/ÖZ olmadıkları” için çatışıyorlar!..

-Siz daha iyi biliyorsunuz tabii Muhammed peygamberimizin ölümünden sonra sunnu şii mezhebi yarandı. Aslında din adamları hep o fikirde ki müslümanları bir birine karşı koyan sünni şii mezhebine ayrılmaları olmuş…
-Ortada bir “ayrılık varsa”, ki var, bir “sorun” olduğu da gerçek oluyor. “Sorun” olduğuna göre, yapılması gereken de, sorunun “ortadan kaldırılması”, bunun için tarafların bir araya gelip, “Kur’an ölçüsünde” konuşmaları ama, bu hâl olmuyor. Görebildiğim, her iki tarafın da ‘bu anlayışı’ ortaya koymadığı oluyor. Şiiler üzerinden söylemiyorum, Sunni Müslümanlar üzerinden ifade ediyorum: Sunni Müslümanların bir kısmı, “Nüzül-i isa olacak, Mehdi çıkacak” inancı taşırken, diğer bir kısım Sunnil de; “bu görüşün Kur’an’da yeri yok; asırlardır da gelen giden yok, sürekli yeni tarih vermenin de anlamı yok” diyor. Sunniler bile kendi içlerinde bu “sorunu” çözmeyi bırakın, konuşma bile konuşamıyorlarken, Sunni Müslümanlar ile Şiller kendi aralarındaki sorun nasıl çözülecek? Bu, şimdilik pek mümkün görünmüyor. Müslümanların kendi aralarındaki sorunları da, ancak “gerçek bilgi sahibi” olmakla çözülür, yok olunamadığı müddetçe “ayrılmalar” yine olacaktır diyorum..

-Ben bir müslüman kızı olarak düşünüyorum ki, hristiyanlar müslümanın şu zaafını kullanıyor-yani sünnüleri şiiye karşı, şiileri sünnülere karşı koyarak onları düşman yapmanın kolay yolunu bulmuşlar…
-Söylediklerinize aynen katılıyor, şunu ilave ediyorum: Sadece Hıristiyanlar değil, son 200 yıllık tarihte Yahudiliğin çok büyük etkisi olduğu bilinebiliyor. Ama şunu da ifade etmeliyim ki, onların hesabı olabilir, bizleri düşman yapmak isteyebilir, ama sorun bizlerde diyorum. Çünkü, “Biz eğer BİZ/Müslüman olabilseydik” bunlar olmazdı.. Olmaması için, mutlaka “Gerçek Bilgi sahibi” olmak gerektiğini söylüyorum tekraren…

-“KİŞİ NE/KİM OLDUĞUNU BİLEMEZSE NASIL HAREKET EDECEĞİNİ DE BİLEMEZ”…Bu fikir size ait…Böyle bir fikir daha var, kim demiş bilemiyorum-“İnsanoğlu kendi yerini bulana kadar zorluk içinde kalıyor”- O zaman kendi yerini bulmayanlar zorluk içinde yaşamaya mahkum, öyle mi?
-Evet, “kişi kim/ne olduğunu bilmek zorundadır”; bilemezse eğer, tabi ki nasıl davranması gerektiğini de bilemez. Diğer söz dediğinizdeki, “kendi yeri” denilenin ne olduğunu bilemediğim için o noktada bir eleştiri yapamıyorum. Biz o deyimi, “olması gereken yer” olarak alsak bile, o ifadeyi yine de “doğru bulmadığını” ifade etmek istiyorum. Çünkü, kimi insanoğlun da var ki, “kendi yerini” bulması yolculuğunda hiç de zorluk içinde kalmıyor. Demek ki de o söz, “genel ölçü” olmuyor. Kendi yerini bulamayanlara dikkat ederseniz, “yorgunluklarının” bir yanlışlıktan bir başka yanlışlığa geçmesi olduğu anlaşılabiliyor. Nasıl davranması gerektiğini “bilemediği” için kişi, yanlışlıkların çeşitli versiyonları arasındaki yolculuğu sırasında yoruluyor! Mesela, kişi, 20 sene önce A siyasi partisindeyken, 10 sene sonra B siyasi çizgisinde, diyelim ki, yine aynı kişi, bugün C partisinde yer alıyor. Şöyle ifade edersek; kısa zaman diliminde “birbirine tamamen zıt” görüşler arasında yer değiştiriyor. Bu kendini, yerini bulmak değil, akla vurulabilecek bir hâl olmuyor. Bırakalım uzun zaman dilimini, kısa zaman diliminde bile “doğru” değişmez. Sözettiğimiz parti değiştiren kişinin “hangi aklı” doğru olacaktır!.. Doğru aramak değil bu, kendini yormak. Yoksa “doğru” her dem ortada ve o kadar da aleni bulunuyor ki. O kişi yarınlarda da bir başka yanlışlığa geçecektir. O kişi, kendini zorluğa soktuğu gibi, “yanlış tercihi” sebebiyle, dolaylı olarak da, “kendini yormadan doğruyu bulanları” yormaktadır.

-Bilyormusunuz bazı insanlarımız eyitimli, bilgi sahibi olmasına rağmen bir türlü kendi yerini bulamıyor. Hatta kaç defa olmuş ben yazar arkadaşlarımdan bazılarına böyle bir laf söylemişim-Yani nasıl olur da bu kadar bilgilisin ama bilgini doğru kullanamıyorsun gibi-Bu konuda sizin düşündüklerinize benim bir yazar olarak ihtiyacım var…
-Bu konuda benim görüşüm çok açık ve net.. Benim ülkemde de, sizin ülkenizde de “Gerçek Bilgi sahibi” insan pek yok gibi. Kişi ister yazar olsun, isterse hacı hoca, isterse de siyasetçi ya da şu bu meslekten olsun; “donanımlı insan” pek fazla olmadığı görülebiliyor. Sizin yanılgınız, Yazar arkadaşlarınızda “bilgi varolduğunu zannetmeniz” oluyor. Yine çok açık ve net: “Dünyada neler olup bittiğini BİLEMEYENLER”, kendi ülkesinde de değil, şehrinde bile neler olup bittiğini bilemez. Önce “kim/ne olduğunu” bilmesi gereken insan, sonra da, “Dünyada neler olup bittiğini” bilecek. Her meslek için ama, Yazar tanımı için de; “Yazar, bilgilendiren insandır” diyorum. Peki de, Yazar, “bilgilendirmesi gereken bilgi ne olmalı, onu biliyor mu?” dersiniz.. Maalesef bilmiyor. Bugün yaptığım basın toplantısında, birkaç gün önce basınımızda çıkan, “Nuh Tufanın Karadeniz’de yaşandığı” iddialarını yalanlarken, ülkemizde Ulusal Basın da denilen, hatta TRT’miz bile, “2012 yılının Aralık ayında” gerçek diye verdiği haberi, yaklaşık 10 yıl kadar önce, 2000-20003 yılları arasında verdiğinin farkında bile değildir. Biz şimdi bu kurumların başında olan kelli felli kişileri ya da yazarlarını “bilgili insan, bilgilendiren insan” mi sayacağız? Kişilerin, şu bu üniversiteleri bitirmeleri, onları “bilgi sahibi” yapmaz…

-Yılbaşına sayılı günler kalmış… Nasıl düşünüyorsunuz 2013 yılı dünyamızı nasıl etkileye bilir acaba-iyi tarafa mı, kötü tarafa mı?
-Ortada “bilgili insan” pek bulunamadığı için de, iyi olacak bir şey görünmüyor. Benim gördüğüm, son 200 yıla damgasını vurup, insanlığa tarih yazan “Kıyametçi/Fundemantalist Anglosakson-Judea ortaklığının (Hıristiyan Siyonistlerin)”, amaçları olan, “Küresel Tek Dil-Devlet-Din kurma düşlerine çok yaklaşmış oldukları oluyor. Ne yazık ki de, ortada “bilgi sahibi” olan pek bulunamadığı için, onların ‘düşüne’ katkı koyan “bazı Müslümanların, İslam olana ihanetleri de” sürecek gibi görünüyor diyorum. “Hıristiyan Siyonistler” Katolik Hıristiyanlığı reforme ederken, İslam/coğrafyasını yoketmelerini de sürdürüyor. Gelecek olan, hâlen ortada olan oluyor…

ULDUZE QARAQIZI
ulduzqaraqizi@gmail.com

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.