Türkçülük, ırkçılık değil... - Haber 1Haber 1

Türkçülük, ırkçılık değil…

07 Nisan 2011 - 14:34

ABONE OL

ismen.jpgİnsanoğlu çocuk yaşlarında kendi liderini seçer vede hep onun faaliyetini takib eder. Ama sadece bir tek kişinin perestij ettiği lider başka. Ama toplum olarak halkın faaliyetini takib ettiği liderin olması çok önemli…Hiç unutmuyorum, öğrenci yıllarında biz öğrencilerin hep takib ettiğimiz, kendine, aklına, çılgın faaliyetine hayran olduğumuz lider vardı…Milli azatlık harekatının liderlerinden olan İsgender Hemidovu kastediyorum. Yıllar geçti,bir çok şey değişti…Öğrenci arkadaşlarımın fikrini bilmem, ama benim önemli konularda düşüncelerim hiç değişmedi. Şu anda bile akidesine, güvendiğim insanlara hayranım. Yıllar geçse de İsgender Hemidov benim hep saygı duyduğum lider olarak kalmış… Şimdi İsgender Hemidovun geçtiği hayat yoluna bakalım, hep beraber onunla yaptığım röportajı okuyalım.

isma.jpgÖzgeçmiş: İsgender Mecid oğlu Hemidov 1948. yıl doğumlu. 1988 yılında başlanan milli azatlık harekatının lideri olmuş. 1992-1993 yıllarında İçişleri Bakanlığı olarak görev yapmıştır. 1992 yılında ona karşı yanlış maddeler uygulayarak, yani 701 mahpusu cezaevinden özgür bırakması, “İstiklal” gazetesinin redaktorünü dövmesi, 400 bin ABd dolarını benimsemesinden dolayı 11 yıl hapis cezasına mahkum etmişler. 2003 yılında affedilmiştir.

-Çocukluk yılları herkesin hafızasına farklı olarak yazılıyor. Mesela herkesin kendi kahramanı olması vede kendi kahramanını hafızasına nasıl yazdığı gibi…

– Evet herkesin kendi kahramanı oluyor…

– Ben çocukluk yaşlarımda-5 yaşımdayken falan”Koroğlu” masalını okumuştum vede o bir kahraman olarak yıllarca aklıma, hafızama yazılmıştı…

5 yaşta…çok ilginc…

– Aynen…Herhalde sizin de çocukluk yıllarınızın kahramanı olmuştur değil mi?

Biz kahramanları, aynı zamanda kahraman olarak görmeyi hayel ettiğimiz kişiyi büyüklerin masallarından seçmişiz. Beyaz atlı, Melikmemmed, Koroğlu ve b. Ama ben kendimi tanıdığım zaman üç kahramana sempati duydum-Aleksandr Makedoniski, Yuli Sezar ve Atatürk. Bu üç kahraman hep benim ilgimi çekti. Hatta yaşım ilerledikçe kahramanlar sadece bu üç kişi değil, başkaları da olmaya başladı. Bizim Atillamız, Oğuz hanımız var, Arp Aslan Tuncayımız var. Yaş ilerledikce anladım ki, sempatim olan masal kahramanları artık eskide kaldı. Genel olarak düşünüyorum ki, sadece kahramanlara sempati duymakla iş bitmez, aksine milleti kahraman yapmak lazım.

– Maalesef biz hep kahraman bekliyoruz…

– Bu düşünce tarzından uzak kalmalıyız, mutlaka milleti kahraman olarak hazırlamalıyız. Ben çok istiyorum ki, bizim 40 milyonumuz kahraman olsun, hiç olmazsa 40 milyonun içinden kahramanlar yetişsin. Bu açıdan düşünüyorum ki başka bir yerde kahraman aramaya gerek yok, milletin kendisi kahraman…

– 1988’de milli azatlık harekatının liderlerinden biri oldunuz. O zamana kadar neler yaşadınız? Ya da belki devir sizi kahraman gibi yetiştirdi.

– İlginç soru aslında…1967-1969 yıllarında aynı düşünceya sahip olan arkadaşlarla bir araya gelerek “Kölelikten azatlığa” isimli örgüt yarattık. Ne yazık ki yarattığımız örgütün ömrü sadece 10 gün kadar sürdü. Milli Emniyet Bakanlığı haberi aldığı gibi örgütü hemen kapattı. Buna rağmen özgürlük duygusu içimizde kaldı. Sovyetler devrinde büyük annemin kardeşlerini, annemin babasını, amcasını, dedesini bir günde kurşunlamışlar. Bu açıdan aile kadınları Sovyetlerden nefret ediyordu. Babam parti organlarında çalışıyordu, annem ev kadınıydı. Annemi kaybettiğimde hala çocuktum, sonra babamı kaybettim. Ablamın terbiyesinde büyüdük, hayatı öğrendik. Hayatı öğrendiğimiz zaman Türk dünyasının büyük şairi Bahtiyar Vahabzadenin “Gülüstan” isimli manzum hikayesinden etkilendik. O devirde bahsettiğim manzum hikaye kadar etkileyici ikinci bir eser olmadı.

– Anladığım kadarıyla milliyetçi ruhu, bağımsız düşünce, ruhen kendini özgür hissetme gibi duygular bahsettiğiniz dönemde gelişmiş ve 1988 olaylarını yaşamanıza neden olmuş…

– Haklısınız. Hala da unutmuyorum, 1974 yılında Kız kulesinin üzerinde bizim üç renkli bayrağımız yükselmişti. Sovyetlerin en katı zamanıydı, ben polis organlarında çalışıyordum. Sovyet devrinde 15 kardeş dediğimiz Cumhuriyetlerden birinin kendi bayrağını bir kaç dakika olsa bile eski bir kulenin üzerinde yükseltmesi ve hiç kimsenin bu olaydan haberi olmaması, hatta kulede yükselenin ne olduğunu bile fark etmemesi…bunun ne demek olduğunu sadece o dönemde yaşayanlar bilir…Bir tek biz organda çalışanların Kız kulesinin üzerinde yükselen üç renkli bayrağın 1918-1920 yıllarında kazanılan bağımsızlığa ait olduğuna dair bilgimiz vardı. 1980-1981 yıllarında başkent Baküden biraz uzak olan bir mesafede Lenin alanında bir köpeği öldürüpte anıt üzerine koymuşlar. Biz organda çalışanlar artık itirazların sonucunu görüp ne olacağını bekliyorduk.

– Aslında bu gibi olaylar olmasaydı belki halk harekatı da olmazdı değil mi?

– Biliyormusunuz bu gibi küçük sandığımız protestolar Halk harekatına neden olmuştu, nerde başlayacağı belli olmadan… Bir şey daha söylemeliyim ki, Halk Harekatı Halk cebhesinden önce gelmişti. Ben önce cepheye üye oldum, sonra başkan yardımcısı seçildim.

– Bir itirafta bulunacam…Halk Cebhesi o dönemde çok büyük olaylara sahne olmuş…

– O devirde Halk Cephesi halkı özgürlüğe teşvik eden politik örgüttü ve Azerbaycanın bağımsız olmasını amaç edinmişti.

– Ne mutlu bizlere ki, sizin gibi düşüncelere sahip politikacıların sayesinde Azerbaycanımız bağımsızlığa kavuştu…

– Biz kanıtladık ki milleetimiz kahramandır, özgürlüğü uğruna savaşmasını bilir, hakkını taleb etmesini de bilir.

– Ne yazık ki, yakın geçmişte yaşanan kahramanlıkları unutmuşuz…Karabağ toprakları hala ermeni işgalinde…Galiba şuan da toprak uğuruna mücadele etme gücümüz yok…

– Bilyormusunuz bizim millet olarak zaaf tarafımız hangisi?

– Acaba unutkan olmamız mı?!

– Aynen, biz millet olarak unutkanız…Hep bizlere karşı olan haksızlıklara göz yumarak yeniden ermenilerle barış anlaşması imzalamaya hazır olanlar var. Korkunç tarafı ne bilyormusunuz? Bir zaman mücadele ederek halkı hak uğuruna mücadeleye girenler şimdi ilk olarak bu adımı atmak istiyorlar.

-Ben hala anlamıyorum işgalci ermeni devletiyle barış anlaşması imzalayarak nasıl yeniden bir araya gelebiliriz? O zaman bize karşı yapılan bu haksızlıkların bedelini kim ödeyecek?

– Ben de anlamıyorum, hatta anlamak bile istemiyorum ki, yaşanan olaylardan sonra nasıl yeniden bir araya geliriz?! Gerçi biz kin besleyen bir millet değiliz, ama tarihten de bildiğimiz gibi, defalarca yaşanan olayları unuttuğumuz için bu durumdayız.

– Halk Cephesinin hakimiyete gelişi olayları biraz daha tetikledi…Hiç düşündünüz mü, Halk Cephesi hakimiyete gelmeseydi…

– …Eğer eskide yanlış yaptıysak mutlaka yanlışı itiraf etme gücünde olmalıyız. Halk Cephesi hakimiyete gelmeli, prosesleri etkilemeli, milletin istisna noktasına dönüşmeliydi. Bilyorsunuz ki 1991 yılında Azerbaycanın Bağımsızlık Protokolu kabul edildi. Yani Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin önderliğinde belge kabullenildi. O yüzden düşünüyorum ki, bahsettiğimiz prosesler olmalıydı…

– Bilyormusunuz, halk hep sizi çılgın lider olarak tanıdı, destekledi…Halkın inamını doğrultmadığınız an oldu mu?

– Çılgın oalarak tanınmamın bir kaç nedeni vardı. Bazıları bizim sadece boş şeylerle uğraştığımızı düşünürdü. Bu doğru değildi. Cephede bölgü vardı ve bana bölgüde öyle görev verildi ki, ben mutlaka o işlerde çılgınlık göstermeliydim. Ama biraz da benliğimde çılgınlık var. Bir örnek göstereceğim. Bahsettiğimiz olaylar olduğu zaman bölgelerde silahsız halk ermeni silahlılarıyla karşı karşıya kalmış. Halkı mutlaka ermenilere karşı silahlandırmak gerekirdi. Böyle bir durumda çılgınlık yapmamak imkansızdı. Daha sonra, 1990 yılı ocak ayında cemaat, özellikle işçi kuvveler 40 gün çalışamadı. O insanların her ayın sonu aldığı maaş ekmek parasıydı. Bu durum çılgınlık yapmamak imkansızdı. Genel olarak bana havale verilen görevlerin hepsini hayata geçirmek için cesaret gerekirdi. Kendi hayatımı düşünmeden halkın hayatı için bu cesaretli adımı atmam gerekirdi.

– Şuşa şehrinin muhasara olduğu zaman siz cesaretli adım atmıştınız zaten…

– Bahsettiğiniz olayın tanıkları bile var. Müdafaa Bakanlığı Ebülfez Elçibeye telefon açarak ermeniler tarafından çevrili olan Şüşa şehrinde silahların yetmediği bilgisini verdi. Ebülfez bey bu işi bana havale ederek “nerden bulursunuz bilmem, mutlaka Şüşaya silah göndermemiz lazım”. Bir kaç kişiyle şimdi ismi değişen Garaçuhur kasabasında olan Askeri bölüme baskı yaparak tüm silahları götürüp Müdafaa Bakanlığına verdik. Tüm bunları akılla yapmak imkansızdı, sadece çılgınlık yapmamız gerekirdi.

– Aslında Halk sizi çılgın olduğunuz için çok seviyor, çünkü bu hareketinizle halkın kendine olan inancını kazanmasını sağladınız. İçişleri Bakanı olarakta halka çok şeyler verdiniz…Ama ne yazık ki bakanlık görevi hayatınızı tehlikeye attı. Hep düşünüyorum belki İçişleri Bakanlığı görevini kabul etmeseydiniz…

– Milletvekili Vahid Ehmedov, geçmiş milletvekili Hacı Ferruh, Yagub Memmedov benim bakan görevini kabul etmek istemediğimini tanığıdır. Ebülfez Elçibey bana İçşleri Bakanı görevini önerdiği zaman ben hemen itiraz ettim. Ama o bir kaç defa daha önerdi ve her defasında ben “Hayır” dedim. Ama Ebülfez bey sonunda sinirlendi ve sinirli halde “Ben sana emrediyorum ” dedi. Ona saygımız büyüktü, sinirli olduğu zaman meselenin çok citti olduğunu anlıyorduk. Bu yüzden ona karşı çıkmadım bakanlık görevini kabul ettim.

– Diyorlar ki, İçişler Bakanlığı görevini kabul ettiğiniz zaman ilginç bir söz söylemişsiniz, doğru mu?

– Evet doğru. “Beni mecburen şeytan yuvasına gönderdiler” demiştim. Sizin de dediğiniz gibi Halk Cephesi hakimiyette olduğu zaman çok iş yaptı. Pahalı dönemde Azerbaycanın bir dolar bile iç borcu olmadı, dış borcuysa beş ayda ödenmişti.

– Gerçi o dönemlerde ben çok küçüktüm, ama bir çocuk aklıyla zorlukları görüp, anlıyordum…

– Zor günlerin çocuğu hiç bir şeyi unutmaz diyorlar ya.

– Aynen…

– Unutmamalıyız ki, Sovyetler gibi güçlü bir birliğin terkibinden kan pahasına ayrılarak bağımsız hayata başlamak o kadar kolay değil. Bir çok islahatlar yaptık. Mesela ilk defa polis sözünü kullanmaya karar verdik. İlk defa biz terörizme karşı mücadele işletmesi yarattık. Şu anda hakimiyet aynı işletmenin ismini değiştirmiş. Hatta mahkemenin islahatları bile yapmadığını düşündük. Cumhurbaşkanlığındaki tüm soruşturma organlarını birleştirip Soruşturma Komitesi yaratmak istiyorduk.

– Ama ne olursa olsun, sizler millete özgür olmanın nasıl bir his olduğunu gösterdiniz….

– Bilyormusunuz bizim en büyük zaferimiz şu aslında, özgürlüğü insanlarımıza göstermek. Biz millete türk olduğumuzu anlattık, biz millete rüşvet olmadan yaşamın mümkün olduğunu gösterdik.

– Aslında söyledikleriniz çok önemli faktör…

– Bilyorsunuz ki, 1918’de az bir zamanda yaşattığımız bağımsızlığı 70 yıl unutmadık, o yüzden 1990 yılı olaylarında kan pahasına kazandığımız Bağımsızlığın hep devam edeceğine inanıyorum. Bunları gerçekleştirdiğimiz zaman sadece kendimizi değil, aynı kanı taşıdığımız tüm türklerin hakkı uğruna da mücadele ettik. Bir söz var çok önemli: Türkçülük, ırkçılık değil. Irkçılık herhangi bir milletin diğerinden üstünlüğü demek. Ama Türkçülük tüm milletin beraberliği demek, sevgi demek, vicdan özgürlüğü demek. Çevreye, dünyaya bakalım görceğiz ki, 36 devlette Türk hakimiyetini kurmuş. Aynı ülkelerde faaliyet gösteren kiliseler hep duruyor, korunuyor, aynı ülkelerde yaşayan milletin hakkı korunur, törenine saygı duyulur…

– Yani Türk milleti sadece kuruculukla uğraşıyor…

– Aynen katılıyorum. Türk milleti hep kurmak, yaratmakla uğraşıyor.

– Bilyormusunuz Türk ismini kullananlar çok, Türk isminin arkasında kendi çıkarı için çalışanlar çok…

– Bu proses şuanda bile devam ediyor…

– Ama İsgender Hemidov canıyla-kanıyla Türk milletine bağlı olduğunu kanıtladı…

– Başka türlüsü imkansızdı…

– Belki insanlar iftiralarla hayatınızı karartmasaydı o zaman daha çok işler yapardınız?

– Olacağa çare yok derler. Yaşatığım o zor günleri yeniden hatırlamak benim için çok zor…

– Kusura bakmayın bazı bilgilere ihtiyacım var, Türk dünyası sizin hakkınızda sadece hakikatı bilmeli….Hakkınızda söylenenleri kabul etdiniz mi?

– Hayır, yapmatığım işleri nasıl kabul edebilirim ki?! Eğer hakikatı dinlemek istiyorsanız o zaman beni dikkatle dinleyin. 1995 yılı mart ayının 17’sinde beni hapse aldılar. Beni AMON olaylarından dolayı Vatana ihanet suçuyla hapse alsalar da sonra bunun bana bir türlü yakışmatığını vede halkın tepkisinden korktukları için değişik şeyler yapmaya karar verdiler. Benimle politikacı Zerdüşt Alizade arasında olan hadiseye dikkat çektiler. O dönemde Savunma Komitesinin kararıyla 701 mahpus savaş alanına gönderilmişti. Şunu da kaydedyim ki, savaş alanına gönderilen mahpuslar Savunma Bakanlığına teslim edilmişti. Savunma Bakanlığı mahpusları rapora aldıktan sonra silahla, savaş giysileriyle sağlamışlar. Mahpusların öleni, şehit olanı, milli kahraman ismini taşıyanı da var. Yani demek istiyorum ki, devlet Savunma Komitesinin kararını saklayarak olayları yasa dışı yaparak suçu benim üzerime attı. Daha sonra İçişleri Bakanlığında para benimseme iftirasını attı. Ama Ebülfez Elçibeyin, Çeçenistanın ilk cumhurbaşkanı Cövher Dudayevin mektubu duruyor. Aynı mektubda paranın nereye harcandığına ait bilgi var.

– Yani?

– Yani, Ebülfez beyin gösterişiyle bahsedilen para bana verilmiş ki, parayı Cövher Dudayeve ulaştırayım. Cövher Dudayevde parayı aldığına dair mektup vardı. Ama öyle bir oyun kurdular ki, bühtan kendi lehine çevirmeyi becerdi. Yalan ayak tutar yürümez derler ya, ama bu defa yalan epey zaman iş gördü. 11 sene ceza aldım. Ama 9 seneden sonra affedildim. Hapis yattığım zaman da, şimdi de o fikirdeyim ki, beni suçsuz olarak özgürlükten azat ettiler. Tüm olanlara rağmen vatanımın cezaevi de bana şirindir, özgürlüğü de. Sefasını sürmüştüm, cefasını da çektim.

– Ama ne olursa olsun cezaevidir işte, haksız olarak 9 sene özgürlüğe hasret kaldınız…

– Sadece bir söz söylemek istiyorum: Allah benim çektiklerimi hiç kimseye yaşatmasın. Cezaevi dünyanın çok zor yeri…İşte insanoğlu kendini orda tam olarak anlıyor. Kendi evinde 3 saatten fazla durmaya sabrı olmayan İsgender Hemidov, 7 sene yalnız koğuşta kaldı. Bu çok acı proses.

– Düşünmeye zaman çoktu değil mi?

– Evet, hem de fazlasıyla…

– Fazlasıyla düşünerek neye karar verdiniz?

– Kendi kendime “Millet seni İsgender Hemidov gibi tanıyor, sen İsgender Hemidov gibi cezaevinde olmalı vede özgürlüğüne de İsgender Hemidov gibi kavuşmalısın” dedim. Millete, toprağa olan sevgi beni cezaevinde yaşattı ve özgürlüğe çıkarttı. İstiyorum ki, tüm kalbimle bağlı olduğum milletim bir gerçeği hiç unutmasın: İsgender Hemidov hiç bir zaman doğrubildiği yoldan dönmedi ve dönmeyecekte.

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.