Dünya görmek istemediği gerçeği görmek zorunda - Haber 1Haber 1

Dünya görmek istemediği gerçeği görmek zorunda

28 Nisan 2011 - 15:08

ABONE OL

Herhangi bir yönetmenle röportaj hazırladığım zaman onu provada mutlaka takib ediyorum. Çünkü yönetmenin iş sürecinde oyuncularla nasıl anlaşması hep dikkatimde olan bir mesele. Eğer yönetmen – ister gösteri, isterse de film olsun, fark etmez- davet ettiyi oyuncularla anlaşamıyorsa o zaman herhangi bir sanat nümunesinin yaranması kuşku doğurur. www.haber1.com/yeni okurlarını, yaratıcılığına büyük saygı duyduğum yönetmen bir hanımla tanıştırmak istiyorum. Mehriban Elekberzade zevkli, güclü sezgi sahibi olan, iç dünyasından geçirerek yarattığı sanat nümunelerinin sadece kendi için değil, millet için önemli olduğunu düşünen bir hanım…O, istenilen değil, istediği konulara müracaat ediyor, oyuncu tercihinde kendini role kaptırmasını bilen oyuncularla bir araya gelerek seyrciye yeni söz demesini bilir. Önce Mehriban Elekberzadenin geçtiyi hayat yoluna bakalım, sonra hep beraber röportajı dikkatle okuyalım, bakalım yönetmen hanımın iç dünyasında neler var, iç dünyası neler diyor…

mehri_1.jpg
Özgeçmiş: Mehriban Elekberzade Azerbaycan Devlet Sanat Enstitünün yönetmen fakültesinde eğitim görmüş. Öğrenci yıllarında Enstitütün Tiyatrosunda Tennessı Uilyamsın “Sökülen yurt”, Eduard de Filipponun “Silindr”, Devlet televizyonunda Elçinin “Ömrün son sabahı” eserlerini gösteriye hazırlamış. Faaliyet gösterdiyi farklı tiyatrolarda farklı janrlara müracaat etmiş. Lenkeran Devlet Tiyatrosunda Şıheli Gurbanovun “Sensiz”, Bahtiyar Vahabzadenin “Yağmurdan sonra”, Stanislav Stratiyevin “Otobüs”, eserlerini gösteriye hazırlamış. 1990’da “Azerbaycanfılm” stüdyosunda “Ayna” filmini yaratmış. 1991. yıldan Milli Tiyatroda yönetmen yardımcısı olarak faaliyete başlamış. 1992. yıldan bahs ettiyim tiyatroda yönetmen olarak faaliyet gösteriyor. Bu tiyatroda “Defn edilmemiş ölüler”, “Min illerin işığı”, “Poçt şöbesinde hayel”, “Afet”, “Gatil”(Suçlu) ve b. gösteriler hazırlamış. O Azerbaycan Devlet Televizyonunda Nahid Hacızadenin “Yaşa, ey hakk!”, Jan Koktonun “İnsan sesi”, Marşa Normanın “Hayırlı geceler”, Mehriban Vezirın “İlğım”, Afag Mesudun “Ceza” eserlerini gösteriye hazırlamış. “Space” televizyonunda senaryosu, yönetmen ve sunucu işi kendine ait olan “Dün, bugün, yarın”, “Telebenefıs”, “Fövgel dünya ve ben” programlarıyla özellikle dikkatte. Bahs ettiyim televizyonda dört bölüm olan tarihi “Kırmızı Terör vede Mircefer Bağırov”, “Azerbaycan hanlıkları” bedii-belgesel filmlerin yönetmenidir. Yönetmen 2007’de yarattığı “Mahkumlar” filmiyle büyük sinemaya ilk adımını atmış. Yönetmenin son çalışması devletin isteyiyle yaratılan, 3 bölümlü “Mart olayları-1918.yılın Gara oyunları” filmidir.

– Televizyon, Tiyatro, Sinema yönetmeni olarak faaliyet göstermek vede hepsinde kendini başarılı onaylamak…Bu bir tesadüf mü, yoksa emek verdiyiniz işin bedeli mi? Çünkü siz hep birinde profesyonel yönetmen olarak kendinizi göstere bildiniz…
– Aslında tiyatro yönetmeni benim mesleyim. İkinci mesleyim tarih. Şüanda İlimler Akademisinde büyük bilimle uğraşıyorum. Son zamanlarda, yani son 10 sene tarihi filmlere ilgim arttı. Azerbaycanın, genellikle Türk tarihine müracaat etmek, araştırmak isteyi çok güclü olduğu için bu yolu tercih ettim. İlginc tarafı, bilyormusunuz ne, tarihe olan ilgi o kadar güclü oldu ki sinemaya, sinemayla bağlı olan malzemelere bakamadım bile.


– Belki her ikisine aynı zamanda zaman ayırsaydınız…

– İmkansızdı, çünkü aynı anda iki görevi taşımak beni bir çok zorluklarla karşılaştıra bilirdi. Kendimi tamamen tarihe verdiyim için sadece 2-3 senede bir gösteri hazırlıyordum. Daha sonra film için stüdyoya davet aldım, yeni bir film yarattım. Sonra Azerbaycan Televizyonunda “Maarifçilik” studyosuna yönetmen olarak davet aldım. Askeri, eğitim programlarında iddialıydım, hatta şunu israrla yapıyordum.


– Ama nerede çalışmağınıza rağmen hep aynı kaldınız…Aynı düşünce, aynı yol, aynı tercih…

– Değişmek benim için imkansızdı, zafere kadar şu prensip davam etmeli…


– Prensepial insanlar için hep yasaklar olduğunu da biliyorsunuz değil mi? Size karşı yasaklar olmadı mı?

– Çok zor olurdu, bir türlü anlaşamıyorduk. Hiss ettim ki televizyon bile iş sistemini değişmiş. Ben şov statüsünde değilim. Genellikle benim için boş bir zaman mefhumu yok. Böyle bir zamanda ilmi işlerim başladı, aynı zamanda 1918. yıl olaylarına ait 3 bölüm olan bedii-belgesel filmin çekimine katıldım. Hatırlatıyım ki bahs ettiyim film belgesel olmasına rağmen film bedii film olarak yaratılmalı, oyun göstermek gerekirdi. Sohbet tarihi şahsiyetlerin faaliyeti, hayatı üzerinde yaratılan- M.E.Resulzade, Neriman Nerimanov, Topçubaşov, Hoycki ve b. şahsiyetleri gösteren filmden gediyor. Stenogqrafi ve gerçekler üzerinde bahs ettiyim şahsiyetlerin sahnelerini ve 31 Mart jenositi de dahil Nuru paşanın Bakıya gelmesine kadar göstermeye çaba gösteriyordum. Artık olmuş olaylarda bahs ettiyim kişilerin mevkisi, onların konuşmaları ve b. oyun olarak hazırlandı. Daha sonra tarihi araştırma başladı. Kars, Erzurum, Ankara, Malatya ve İstanbulda bilim adamlarıyla röportajlar, söhbetler hazırladık. Özellikle söylüyorum benim İstanbul-Osmanlı arşivinde çalışmam filmin daha önemli yaranmasında işe yaradı. İstanbul-Osmanlı arşivinde çalışmak için bana fırsat veren Ender Bayıra, aynı zamanda bizlere yardımçı olan diğer kişilere-Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire bakanı Yusuf Holacoğlu, Enver Konukçu, Nesrin Salim Gonce ve diğerlerine teşekkür ediyorum.


– Araştırma sadece Türkiye’de mi yapıldı?

– Hayır, geniş bir araştırmadan söhbet ediyoruz. Türkiyeden sonra Moskvada, Sankt-Peterburgda bilim adamlarıyla röportajlar yaptık. Aynı zamanda Azerbaycanda şu devrin önemli bilim adamları olan -Cemil Hasanlı, Anar İsgenderov, Solmaz Tohidi, Firdovsiyye Ehmedova, Cebi Behramov gibi önemli insanlar bizlere çok yardım etti. İki senede istediyimiz filmi yaptık. Filmin 1. Bölümü Haçlı yürüşlerinden Konstontinopolun fethine kadar, Osmanlıdan Atatürk devrine kadar vede 1. Dünya savaşına kadar olan devrden bahs ediyor. Filmin 2. Bölümünü-Türklerin hangi nedenle hedef olarak seçilmesi- sorunu üzerine yaptık. Aslında dini karşıdurmaların nedeni uygarlıkların karşıdurma sorunudur. Tabii ki, filmde şu karşıdurmalardan geniş bahs edilmiş.


– Aslında büyük araştırma…

– Ömrümün iki yılını yiyen bir film zaten. Buna rağmen tarihi gerçekleri öğrendiyimiz, hatta bu azmış gibi tarihi gerçekleri geniş seyrciye ulaştırdsığımız için çok mutluyuz. Doğrusu bu işi severek yaptık.


– Maksat olmamış değil ama?

– Tabii ki…Maksatımız: Dünyaya görmek istemediği “gerçeyin var olması”nı göstermekti.
– Araştırma yazara geniş malzeme veriyor. Bilyorssunuz ki, ben de epey zaman Sinema araştırmasıyla uğraştım. Hatta sadece benim değil, sinematografçıların çoğunun bilmediyi gerçekleri buldum.


– Şu anda yayınlanan kitablarınızdan belli ki geniş malzeme bulmuştunuz. Aslında araştrımaçı araştırılan konunun en iyi bilicisi.

– Ama çoğuzaman tahrif olunmuş tarih, araştırmacıyı şaşkın bir duruma sokar. 70 yıl Rus imperiyasının baskısında yaşamak ve daha neler…Korku filmi gibi yani…70 yılda tarih çok değişmiş…
– Tarihin rengi gri (bazıları tarihe kırmızı diyor-M.E.) ve başka bir şeyi kabullenmez. Tarix gri sayfasında her şeyi olduğu gibi korur. Tarih ne kadar tahrif olunsa bile zaman deyişik her şeyi uzak tutmuş. Sovyetler Döneminde tarihimiz deyiştirilmiş, doğru, ama değişikliklerin arasında gerçeklerin gerçek olarak kalması vede bu güne kadar gelmesi, tarihin her şeyi olduğu gibi koruma gücünde olması şunu kanıtlıyor. Tarihi doğa yaratmış, doğaya karşı gelen güc, insan gücü yok.


– Belki bu yüzden “tarih tekrar olunur” deyimi bir gerçek olarak her zaman tekrarlanmış, kendinin var olduğunu göstermiş…

– Dünyada, yer yüzünde yeni hiş bir şey olmadı. Bir hikayede denilir: Allah gökten galaksi cazibesinde olan gezegene -yerküresine baktı, bakmış ve görmüş ki, yerküresi dumanlı. Elini uzatmış aynı dumanı bulutlara karıştırmış. Böyle bir makamda her taraf toz-duman olmuş vede yeniden her taraf sakinleşmiş, sakinliye dönüşmüş. Allah bakmış vede yüzünü döndürerek “Hiç de kötü bir oyun değil, yeniden baka biliriz” diyor.


– Çok ilginç…

– Daha ilginc tarafı şu: Allah her defa yarata bilir, bu güce bir tek o sahib. Bu da o demek ki, bu defa da yaratılan her şey mahv olunmuş, ama yine yaranacak. Bu açıdan tarih de, maalesef yanlışlıklarıyla tekrar olunur.


– Mantık olarak güçlü fikir aslında, yani insanoğlunu düşünmeye mecbur ediyor…

– Aynen…büyük mantık var. Ama bilyor musunuz Allaha bizim tam ruhumuz(eğer varsa) lazım…zaten etimiz, kemiyimiz toprağa karışacak. Tam ruh, yeniden tam ruhların korunduğu yere dönecek. Ama suçlu ruhlar yenidən gönderilecek. O zaman yeniden gösteriye bakılacak, her şey yine yeniden yaranacak, yani her şey başta olduğu gibi yeniden yaşanacak.


– Ama yüzyıllar geçse bile tam ruhlar her zaman az olmuş, hatta yok gibi…

– Neden bilyor musunuz? Hefis sorunu…tercih bizde, o zirveye yükselmek için doğru tercih etmeliyiz.


– Şu anda akıllıyla bilgenin farklı taraflarını göstere biliriz değil mi? Akıllı yanlış yapmamaya çalışıyor, bilge hiç yanlış yapmaz…

– Bilge dünya olaylarına bilge bakışlarla bakmasını bilir. Yani dünya olaylarından etkileniyorum, kafamı kayb ediyorum, kendimi öldürmeye çaba gösteriyorum, o halde bilge değilim. Bilge korkunc olaylara bile sakin, sabrlı bakmasını biliyor. Bir kaç gün önce bir gösterini izledim. 37. yıl olaylarından (Sovetler Dönemi-1937) bahs ediyor. Gösteriyle bağlı fikrim soruldu ve ben “ben 37. yıl olaylarına gülemem ki, hatta gülerek fikir söylüyemem ki” dedim. Ben bizim nesilden birilerinin 37. yıl olaylarına güleceyine inanmıyorum. Hala o olaylar canımı acıtıyor. Canın acıtığı yerde bilge olamaz.


– Ama acılar bir türlü bitmiyor ki…Şüanda herkesin gözlerinde acı var, sanki gözler acıyor, ağlıyor gibi. Doğru gözleri gülen insanlar var, ama çok az…O da belki tesadüflerle bağlı bir şey zaten.

– En iyi halde insanoğlu evine, ailesine kazanacağı ekmeyini düşünüyor-nerden bulacağım- üzüntüsünü taşıyor. Ne mutlu o insana ekmeyini değil, yarına sağ-salim çıkmasını değil, önce “yarın dünya için ben ne yapa bilirim” fikrinde…


– Ne yazık böyle düşünen biri yok….

– Maalesef haklısınız, böyle düşünen biri yok. Ama bir makama dikkat yetirelim. Ebediyeti düşünmek için yerin tüm ihtimamını çözerek göklere bakmak gerekir.


– Ama yerin tüm ihtimamını çözmek imkansız…

– İmkansız, haklısınız, çünkü biz doğanın yarattığı en akıllı yaratık olsak bile, güclü deyiliz. Yaradılmışların en akıllısı insan, ama en güclüsü değil. Doğa bizden çok çok güclü…


– Doğa gereken gücü insanlara verib ama. Mesleyinde profesyonel olanlar doğa tarafından seçilmişlerdi zaten. Siz de profesyonelsiniz, o halde güclüsünüz demek…

– Teşekkür ediyorum…


– Diyorum ki, yeniden tiyatroya dönelim vede sohbete devam edelim, ne dersiniz?

– Nasıl isterseniz…


– Bir itirafta bulunacam, sizi tiyatroda yeniden görmek çok güzel bir şey. Galiba yakın zamanda yeni bir gösteriye bakacağız?

– Unutmayın, tiyarto yönetmeni benim ilk mesleyim, o yüzden buradan uzaklaşamam. Aslında tiyatro yönetmen için gereken temel veriyor. Bu temelin -Sinemada mutlak önemi var. Çünkü Sinema film çekimlerinde görüntü ihtiyacı yaratıyor. Görüntü için-Tiyatro mantık araştırması için karşılıksız. Görüntü mantıkı, Tiyatroyla(oyun eylenceleriyle) beslenir. Haklısınız, şüanda yeni bir gösteri üzerinde çalışıyorum. Oyuncuları son provalarda seçimleriyle uğraşıyorum. Bu gösteri oyuncudan zeka, modern bakış taleb ettiyi için seçime bir türlü karar veremiyorum.


– O halde oyuncu problemi hala var?

– Oyuncu problemi var ve hep olacak…


– Bu başka bir konu, belki birgün, yani eğer siz isterseniz bu konu üzerine de röportaj yapabiliriz.

– Neden olmasın…


– Beni bir soru daha düşündürür. Yönetmen olarak istediyiniz konulara müracaat ettiniz, yoksa istenilen konulara. Mesela çalıştığınız yerin talebiyle müracaat ettiyinz konular oldu mu?

– Keşke ben de taleble çalışa bilseydim, ama bu imkansız. Ne yazık ki, ben yapamıyorum. Ben hep istediyim, beni düşündüren konular üzerinde çalıştım. Beni bir şeylere zorlamak imkansız, çünkü zorlandığım zaman samimi olamam. Mesleyimi seviyorum, severek yapıyorum, sevdiyim konulara müracaat ediyorum, acılı, problemli sorunları çözmeye çaba gösteriyorum.


– Saçma konular sizi düşündürmez, biliyorum işte…

– Asla düşündürmür. Operatör Selahettin Sancaklını tanımamış olmazsınız herhalde, ona büyük saygım var. Bildiyim kadarıla son çalışması “Kurtlar vadisi”-Felestindi. Biz onunla aynı bir fikre gelerek film yaratmağı düşündük. Selahettin bey kendi ekibiyle filmin operatörü olacaktı. Ona iş daveti gönderdiyim zaman, Selahettin bey ” Bu da benim kimlik savaşım ola bilir” demişti. Ben Karabağa ait olan filmin kaybolmuş topraklar ve şehit olmuş kardeşlerimizin ruhuna ithaf etmek istiyordum. Ama sonra bana söylediler ki, burda başka bir maksatlar var ve ben susmayı tercih ettim. Çünkü bana topraklarımız uğuruna canından geçen şehitlerin trajedisi lazım. Bunun nedeni ne bilyir musunuz? Demin verdiyiniz soruya şimdi bir yanıt vercem, o yüzden beni dikkatlle dinleyin. Ocak ayında “Mahkumlar” filminin nümayişinden dolayı Amerikada oldum. Onların bazıları bize geride kalan bir millet olarak bakıyor. Ama filmde önemli bir konuyu izleyince şaşırdılar. Yani bizde Lepra hastalığının tedavisiyle uğraşan hastane var ve şu konu filmde geniş verilmiş. Onlar bunun uygarlık olduğunu anladı. Ben onlara anlattım ki bahs ettiyimiz hastane Kafkasyada bir tek Azerbaycanda faaliyet gösteriyor. Ama bizim daha dehşetli problemlerimiz var. Her halde Azerbaycan türkünün zekası onlar için ilginc gözüktü. Bu açıdan Karabağ filminde demin bahs ettiklerimi yaratmakta israrlıydım. Amerikada olunca gazetecilerden biri bakın ne demiş: Sizler savaş ruhunda değilsiniz ama?. Bu soru beni gıcıg yaptı, ama sakin şekilde soruya soruyla cevab verdim: Hiç Azerbaycanda oldunuz mu? Yok, dedi. O zaman başka bir soru: O zaman başkent Baküyle bağlı da bir şeyler duymamışsınız? Hayır, dedi. O zaman dedim: Baküye gelince mutlaka Şehitler Hiyabanında olun ve bakın görün ki, farklı yaşta ne kadar insanlarımız orda uyuyor. Bilginiz olsun diye söylüyorum, hiç bir celp olmadan, 70 yıl sovyet baskısında kalan bir milletin, Sovyetlerin farklı bölgelerinde, şehirlerinde yaşayan insanların vatana gelerek toprak uğuruna mücadele aparması, savaşması, ölümden korkmaması, şehit olması ve b. hiç bir halkta görmediyiniz bir tarihi gerçek. XXI yüzyılda hiç bir halkın bu kadar çok gönüllü olarak toprağı uğuruna şehit olmamış. Bugün bile şu durum devam ediyor. Susmuş vicdanların içinden Mübariz gibi oğullar mücadele apararak kendini gönüllü şehit ediyor…


– Etkileyici bir cevap aslında….

– Ben Karabağ konusuna böyle bakıyorum. Bana şehitlerin genel bir görüntüsü lazım. Maalesef Karabağ konusunu istediyim gibi hayata geçirmek imkansız olduğu için Karabağ filmi yaranmadı. Ben istenileni değil, istediğimi yapmak istiyordum. Bu huyumla hiçte kurur duymuyorum, ama bu böyle işte. Ben bu ülkenin yurttaşıyım, hem de duygulu yurttaşı. Bu yüzden yurttaş mevkisinden konuşarak diyorum ki, problemlerimizi kabartmak bir yönetmen olarak, tarihimizi araştırmak, tarihçi gibi gerçekleri üze çıkarmak benim hakkım vede hakkım olarak kalacak.

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.