Cumhurbaşkanı eserini savunuyor! - Haber 1Haber 1

Cumhurbaşkanı eserini savunuyor!

16 Mayıs 2015 - 22:29

ABONE OL

Gün geçmiyor ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hızlanan bir ritimde yurt içinde veya yurt dışında konuşmasın. Seçime sayılı günler kala bu konuşmalara muhalefet partileri bir koro halinde itiraz ediyor. Bu konuşmalar Cumhurbaşkanlığı kurumunun tarafsızlığı ile bağdaşmıyor diyorlar.

Siyaset Bilimi penceresinden bakınca kim haklı? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan mı yoksa muhalefet partileri mi? Hemen cevap verelim: muhalefet partilerinin protestoları akıntıya kürek çekmekten başka bir anlam ifade etmiyor. Onlarda bunu zaten biliyor.

Birkaç gün önce Cumhurbaşkanına hiçbir sempatisi olmayan çok ünlü bir iş adamıyla beraberdim. Bana “Hocam Tayyip bey memlekette çok büyük işler başardı” dedi. Muhalefet partilerinin bile aynı görüşte olduğuna ben eminim. Kürtler dahil.

Ama çok farklı çıkarlar hepsini Cumhurbaşkanının karşısında topluyor. Bu durumun bir benzerini biz Türkler yirminci yüzyılın başında yaşadık. 1907 Paris Kongresinde tüm gruplar tek bir maddede bir araya geldiler: Sultan Abdülhamit’i devirmek. İçlerinde komünistler, anarşistler, ateistler, ittihatçılar, siviller, askerler, adem-i merkeziyetçiler, Rumlar, Ermeniler, Müslümanlar, Ortodokslar, Rus, Fransa, İngiliz ajanları… herkes vardı. Bir yıl sonra, 1908’de Padişah Abdülhamit’i devirdiler. On yılda da altı yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğunu batırdılar. İngiliz, Fransız, İtalyan donanması İstanbul’u işgal etti. Yunan, Fransız, İngiliz, İtalyan ordusu karış karış Anadolu’yu işgal ettiler. Bugün genel bir konsensüs var: Abdülhamit büyük bir Osmanlı Sultanıydı diye.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN KONUŞMAKTA HAKLI

Neden? Önce anayasal açıdan. Ağustos 2014’de yüzde elli ikiyle halk oyuyla doğrudan Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın konuşmasını hangi hakla engelleyeceksiniz? Bu yüzde elli iki halkoyuna inanmamak olur.

Anayasanın ötesinde birde siyaset bilimi var. Erdoğan Türk tarihinde büyük bir marka. Belediye Başkanlığını sayarsanız yirmi yıldır iktidarda. Bu yirmi yılda Türkiye gerçek anlamda bir batılı ülke görünümünü kazandı. Pırıl pırıl şehirler, dünyanın en güzel alışveriş merkezleri, süper oteller, otoyollar, mega projeler, havaalanları, duble yollar, tüneller, İstanbul’a üçüncü köprü, İzmit geçişi, hızlı trenler ve ufukta Çanakkale köprüsü, nükleer enerji, havacılık ve uzay sanayii, savunma sanayii … liste uzayıp gidiyor. Herkes istediği gibi giyiniyor. Kimse kimsenin giyim kuşamına karışmıyor. Yazılı ve görsel medyaya bakın: lehte ve aleyhte görüşler çok kez terbiye sınırlarını aşıyor. Böylesine vahşi bir özgürlük ne Amerika’da, ne Fransa’da kabul görmez. Herkes istediği televizyona bakıyor, istediği gazeteyi alıyor.

Ekonomik eserleriyle, değişen yüzüyle bu “Yeni Türkiye” tek kişinin eseri. Recep Tayyip Erdoğan’ın. Onun dışında AK Partinin bile onu desteklemenin ötesinde bu icraatı onsuz oluşturabileceğini düşünemiyorum. Bu icraat bir “vizyon ve irade” meselesi. Bunu yüksek sesle söylemeseler de tüm Erdoğan muhalifleri biliyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşuyor: anayasanın ona verdiği haklar ötesinde birde “siyasetin ve tarihin” ona verdiği haklar var. Eserini savunmak onun hakkı değil mi? Tarihte hangi büyük karizmatik lider susmaya mahkum edilebildi ki? Eserini savunuyor. Bu onun “siyasi ve tarihi” hakkı. Haksız olanlar onun susmasını isteyenler.

Seçim öncesinde durum bu. Seçim sonrasında ise ne olacak? Siyaset bilimi ışığında bu soruya da cevap aramak gerekiyor.

8 HAZİRAN SABAHI TÜRKİYE

Şu anda yürürlükte olan Anayasaya büyük haksızlık ediliyor. 12 Eylül Anayasası denip geçiliyor. Yanlış. Darbeciler için çalışan Anayasa Profesörleri bir Anayasa yazmadılar. Tercümanlık yaptılar. 1958 Fransız Anayasasını tercüme ettiler. Bu Anayasa’nın en önemli maddelerini bizzat De Gaulle dikte etmişti. Bu Anayasayla Fransa’da iki yüz yıldır süren darbe, ihtilal ve kaos dönemi kapanmıştı. Fransa’da refah ve huzur dönemi açıldı. Bu Anayasa yalnız Fransa’yı kanatlandırmadı. Avrupa’yı kanatlandırdı. Avrupa bugün parası Euro ve on yedi trilyonluk gayrisafi milli geliriyle Amerika’nın önünde. Bu durumu Fransız 1958 Anayasasına borçlular.

1982 Anayasasında bir madde Fransız 1958 Anayasasına göre eksik kalmıştı: Cumhurbaşkanının doğrudan halk oyuyla seçilmesi. Geçte olsa Türkiye bu duruma geçti. Yürürlükteki Anayasa bir büyük Anayasadır. Osmanlı Türk geleneğinden esinlenmiştir. Bu konuda çok çeşitli yazılar yazdım. Haber1. Com sayfalarına bakınız. “Prof. Dr. Bener Karakartal – Türk tipi başkanlık nasıl olur? – 6 Mart 2015 – Haber1.com”

8 HAZİRAN SONRASI TÜM OLASILIKLARA ANAYASAMIZ BİR ÇÖZÜM GETİRİYOR.

Bu olasılıkları sıralayalım:

-AK Parti tek başına iktidar olursa: Cumhurbaşkanı Erdoğan uygun gördüğü kişiye Başbakanlık görevini verir. Bu kişinin tercihi Cumhurbaşkanının tasarrufudur. Cumhurbaşkanı dilediği zaman bu kişiyi görevden alıp başka bir kişiye Başbakanlık görevini verebilir.

-AK Parti tek başına iktidar olmazsa: koalisyon görüşmeleri başlar. Partiler anlaşamazsa Cumhurbaşkanı Meclisi fesheder, seçimler yenilenir. Halk hakem olur.

-Partiler koalisyon kurmakta anlaşırlarsa: Cumhurbaşkanı uygun görülen kişiye Başbakanlık görevini verir. Sistem düzgün çalışırsa icraat sorunsuz devam eder. Çalışmazsa Cumhurbaşkanı Meclisi fesheder. Seçimler yenilenir. Halk hakem olur.

-Cumhurbaşkanı uygun gördüğü konularda yasallaşması amacıyla projelerini doğrudan halkoyuna yani referanduma sunar. Bu tür demokratik uygulamayı De Gaulle çok sevmekteydi. İki soruyu bir arada sormaktaydı. Bu iki sorunun birincisi: icraatının tasvip görmesi. İkincisi: Cumhurbaşkanlığının devamı. Bu konuda “diktatörlük” diyenler Fransa’nın bugünkü demokrasisinin diktatörlük olduğunu mu iddia edecekler?

Fransız solu baştan itibaren 1958 Anayasasına vahşice cephe aldı ama aynı Anayasa çerçevesinde 1981’de sosyalist aday Mitterrand komünist partisiyle iş birliği yaparak Cumhurbaşkanı seçildi. Kesintisiz on dört yıl iktidarda kaldı. Fransız solu tarihinin en parlak dönemini yaşadı. Ayrıca Mitterrand yalan söylemişti. Her ay sağlık bültenleri yayınladı. Sağlıklıyım dedi. Oysa seçildiği anda bile kanserdi. İyi bir tedaviyle on dört yıl yaşadı. On dört yıl sonra kanserden öldü. Fransız solu bugün bu Anayasayı sahipleniyor. Bugünkü zayıf Cumhurbaşkanı sosyalist Hollande bu Anayasa sayesinde kamuoyunda yüzde on beşe düşmesine rağmen istikrarlı bir şekilde icraatını sürdürüyor. Fransız demokrasisi böyle çalışıyor. Dünyaya model oluyor. İktidarda sağcı bir Cumhurbaşkanı varken solcular hükümeti kurabiliyor. Solcu Cumhurbaşkanı varken sağcılar hükümeti kurabiliyor. Fransızlar bu duruma “beraber yaşamak” diyorlar. Sistem tıkır tıkır çalışıyor. Bu Anayasa Fransa’nın iki yüz yıllık siyasi kaos durumuna son verdi. Fransa’ya ve Avrupa’ya istikrar, huzur, refah getirdi.

TÜRKİYE’DE ESAS İKİ BÜYÜK TEHLİKE VAR: 1- “SOKAK”

Eğer Türk siyasal partileri 7 Haziran seçim sonuçlarını Anayasal ve demokratik çerçevede değerlendirirlerse hiçbir sorun çıkmaz. Ama “sokak” faktörünü kullanılırsa geçmişin karanlık istikrarsızlık dönemine dönülür.

2. TEHLİKE: “PARALEL”

Hep yazdık: Menderes’i darağacına polisler götürmedi. Sözde “hakim” olan Yargıçlar götürdü. Bugün Türkiye’deki “paralele” Cumhurbaşkanı teşhisi koydu: “kanser” dedi. Ama “paralel yargı” konusunda kamuoyu büyük hayal kırıklığı içinde. “Paralel yargının” insanları nasıl hileli bir şekilde yargılayıp fiili olarak ölüme götürdüğünü Türkiye’de bilmeyen yok. Basın devletin elinde 5-6 bin kişilik “paralel yargı” listesinin olduğunu yazdı. Cevap yok. Bu doğru mu yanlış mı? Eğer yanlışsa yargı üzerindeki bu kara lekeyi kaldırmak lazım. Doğruysa bu olayı örtmemek lazım. Çünkü iddialar çok vahim. Erdoğan ve AK Parti yanlısı çok sayıda kişinin çok ağır cezalara çarptırıldığı iddia ediliyor. Yıllarca hapis cezası veriliyor ve alay eder gibi “sanığın iyi hali göz önüne alınarak” ceza birkaç gün kısaltılıyor. Büyükşehirlerden alınan “paralelciler” Anadolu’nun batısına ve doğusuna kaydırılıyor ve oralar bu sefer karışıyor. Basında bir elin parmaklarını geçmeyecek uygulamalar yapıldı. Kamuoyu şaşkınlık içinde. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” politikası “kanser” tedavisinde uygulanabilir mi?

8 Haziran’dan sonra Türkiye’yi bekleyen en büyük tehlike işte bu “kanser” vakası. Çünkü Fransız demokrasisi düzlüğe çıktı. Çünkü Fransız devleti içinde “paralel” yoktu. Oysa bugün en yüksek makamda olanlar bu tehlike bir “kanser” gibi devlet bünyesinde var olduğunu söylüyor.

PROF. DR. BENER KARAKARTAL

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.