Ali Babacan, iktidara yüklendi: Acı reçetenin faturasını halk ödemek zorunda değil - Haber 1Haber 1

Ali Babacan, iktidara yüklendi: Acı reçetenin faturasını halk ödemek zorunda değil

Ali Babacan, iktidara yüklendi: Acı reçetenin faturasını halk ödemek zorunda değil

15 Kasım 2020 - 22:35

ABONE OL

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın bugünkü durağı Elazığ ve Bingöl’dü. İktidara sert sözlerle yüklenen Babacan, “Açıklamadıkları, vatandaşlardan gizledikleri vaka sayılarına baktığımızda Türkiye dünyada ilk 5’te. Her gün 2-3 bin yeni hasta sayımız var diye açıklama yapılıyor. Ama asıl vaka sayıları ortada yok. İşin içerisindeki insanlara göre başta Tabipler Odası ve diğer kaynaklardan alınan verilere göre tahminimize göre günlük en az 30-40 bin yeni vaka var” dedi.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, partisinin Elazığ İl Başkanlığının 1. Olağan Kongresi’ne katılmak üzere Elazığ’daydı. Babacan, partisinin kongresine katılmadan önce depremde evleri yıkılan ailelerin barındığı konteyner kentleri ziyaret ederek depremzedelerin sorunlarını dinledi. Ardından DEVA Partisi Elazığ İl Başkanlığı Binasının açılış törenine katıldı. Programı Sözcü Gazetesi köşe yazarı Deniz Zeyrek de takip etti.

DEVA Partisi Elazığ İl Başkanlığı 1. Olağan Kongresine katılan DEVA Partisi lideri Ali Babacan burada yaptığı konuşmada şunları söyledi:

* Bu senenin başında Elazığ’da da bir deprem felaketi yaşadık. Bu sabah deprem felaketinde evlerini kaybeden vatandaşlarımızı arkadaşlarımızla beraber ziyaret ettik. Acı felaketin üzerinden 10 ay geçti ama vatandaşlarımız hala kalıcı konutlarla ilgili bir belirsizlik yaşıyor.

* Birkaç gün önce TBMM’de depremlere karşı alınabilecek önlemleri araştırma komisyonu kuruldu. Çok taze bir deprem tecrübesi olan Elazığ’dan maalesef bu komisyonda bir temsilci yok. Bu durumu meclisteki komisyonun önemli bir eksiği olarak görüyoruz. Bizzat devlet felaketini yaşayan taze tecrübesi olan Elazığlı milletvekillerinin de o komisyonda olması gerektiğini düşünüyoruz.

* Deprem elbette bir doğal afet fakat ölüm ve yıkım kaçınılmaz değil. İktidarın küçük ortağı her zamanki gibi kötü bir durumla karşılaştığında sorumluluğu unutuyor ve sanki işin içerisinde değilmiş gibi açıklamalar yapıyor. İzmir depreminden sonra ne dediler, ‘Keşke vatandaşlar riskli binalarda oturmasaydı’ Ölümlerin, yıkımların faturasını adeta vatandaşlarımıza kestiler.

* Küçük ortak yine kâra ortak ama zarara değil. Ama biz onlara hatırlatıyoruz hatırlatmaya da devam edeceğiz. Bugün yaşanan her türlü problemde yoksullukta, yıkımda, yanlış yönetimde siz büyük ortak kadar sorumlusunuz bundan kaçamazsınız. Biz bunu sürekli size hatırlatacağız. Hem iktidara ortak olup nimetlerden faydalanıp problemler çıktığı zaman kenarda durmak ve sanki dışındaymış gibi pozisyon almak doğru bir duruş değil. Biz her kaçak güreşinizde size bunu hatırlatacağız.

“PEK ÇOK ÜLKEDE DEPREMLERDE ÖLÜM SAYILARI BİZDEKİ KADAR YÜKSEK OLMUYOR”

“Deprem ve diğer tüm afetler sadece afet sonrasında müdahale edilecek olaylar değildir zararların önlenmesi mümkündür” diyen Babacan açıklamasına şöyle devam etti:

* Nitekim pek çok ülkede depremlerde ölüm sayıları bizdeki kadar yüksek olmuyor. Dünyanın başka köşelerinde Elazığ’ın yaşadığı daha şiddetli depremlerden yaşanıyor ancak böyle büyük zararlar meydana gelmiyor. Bizde ise maalesef her depremde canlarımız gidiyor, kaos yaşanıyor ve ardından yardım telaşına düşülüyor.

* Deprem bu ülkenin gerçeğidir ve bunu bilerek devletin, merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin karar alması adımlar atması lazım. Atılan her adımda yapılan her işlemde depremin ve diğer afetlerin planlanması mutlaka akılda tutulmalıdır. İmar barışlarıyla, denetimsiz binalarla vatandaşımız adeta katil binalarda oturmaya mahkum edilemez. Burada deprem sonrasındaki önlemleri değil tüm sistemi deprem merkezli ve ön alıcı bir şekilde oluşturmamız gerekiyor.

* İnsanlarımızın canı da malı da hepsi risk altında bunu yönetmek ülkeyi idare edenlerin görevidir. Mesele deprem vergilerinin nereye harcandığından çok daha ötesinde şu an. Elbette ödenen her bir kuruşun nereye gittiğini öğrenmek hakkımız. Ancak sadece deprem vergileriyle geçiştirilecek basit bir vizyonla da afet yönetimine yaklaşmamız mümkün değil. Bu nedenle biz ucuz polemiklerle değil gerçekçi politikalarla hareket etmek zorundayız. Yoksa bugün Elazığ’a ağlarız Allah korusun yarın öbür gün başka şehirlere ağlarız.

“ÜLKEDE ANAYASA, YASALAR BİR VESAYET OLARAK GÖRÜLÜYOR”

Deprem yaşamış olan illerde yapılan yardımların bir standartı olmadığını kaydeden Babacan şöyle konuştu:

* Kimse bize depremde ölümün kader olduğunu, depremde ekonominin durmasının normal olduğunu anlatmasın. Tabi biz kadere inanan insanlarız ama tedbir her şeyin başı. Deprem oluyor ne kadar hızlı konteyner kent inşa ettik diye övülme var şu anda. Fakat bu sabah gördüğümüz tablo öyle çok iç açıcı bir tablo değil.

* Plansızlığın, programsızlığın ve deprem yaşayan iller arasındaki tutarsız yaklaşımların, politikaların bir örneğini Elazığ’da gördük. Son 15 yılda yaşanan depremlere bakın. Hangi ilde hangi durumdaki vatandaşlarımıza nasıl destek çıkılmış, bunu inceleyin. İnanın bir standart yok. Anlık, günlük kararlar. Geçen gün Giresun’da bir sel felaketi oldu. Esnafımıza 50 Bin TL kayıtsız destek sözü verildi.

* Ben sordum arkadaşlara, ‘Elazığ’da böyle bir şey oldu mu? Yok. Niye? Çünkü kural bazlı, ilke bazlı bir yönetim felsefesi yok. Hukukla, kurallarla, ilkelerle kendilerini bağlamak istemeyen bir yönetim zihniyet var şuan Türkiye’de. Neredeyse ülkede anayasa, yasalar bir vesayet olarak görülüyor. Kim kulağa bir şeyler fısıldarsa akşam bir sohbette hangi konu geçtiyse sabah kararname şeklinde karşımızda görüyoruz.

* Deprem felaketleri eğer bu ülkenin gerçeğiyse deprem yaşayan illerimiz arasında siz ayrım gözetemezsiniz. Bir ilde meydana gelen depremi bir siyasi partiye fatura edemezsiniz hangi parti olursa olsun. Bunu İzmir’de yaşadık. Depremin büyün sorumluluğu bir siyasi partiye kesildi gitti.

* Peki soruyorum Elazığ’da deprem olduğunda hangi parti işbaşındaydı? Böyle bir zihniyet olabilir mi deprem gibi insanların hayatlarını kaybettiği, acıların yaşandığı bir felaketin üzerinden particilik yapılabilir mi? Devletin görevi hele hele devletin en başındaki kişinin görevi bu acıları hemen sarmak yaraları onarmaktır particilik yapmamaktır.

“KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJELERİ RANT PROJESİ OLARAK GÖRÜLMEMELİ”

İktidarın depremde dahi toplumu kutuplaştırmaya çalıştırdığını belirten Babacan konuşmasını şöyle sürdürdü;

* Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin memleketi ne hale getirdiğini şu anda hep beraber açık açık görüyoruz. Deprem gibi bir acıda bile zihniyet kutuplaştırmak, taraf olmak. Başarı varsa sahiplenmek başarısızlık varsa bunu kime fatura edelim anlayışı var. Kentsel dönüşüm projeleri asla bir rant projesi olarak görülmemeli.

* Kentsel dönüşümün inşaatı hemen yerel yönetimlerde ve merkezi yönetimde hemen rant gözlükleri takılıyor. Eğer mesele depremse ve depreme karşı hazırlıkla ilgili bir kentsel dönüşüm ihtiyacı varsa Allah aşkına o durumda bari rant gözlüklerinizi atın. O şehrimizin, bölgemizin, mahallemizin ihtiyacı neyse bu kentsel dönüşümler o perspektifle yapılsın.

* Maalesef ülkemizde belediyeyi de merkezi yönetimi de ele geçiren nasıl olursa nereden rant çıkar hesabı görüyor. Oysa kentsel dönüşüm projeleri şehirlerin afetlerde dönüştürülmesi için büyük bir fırsattır. Çok büyük kaynaklar ayrılıyor çünkü. Biz sanayiden okullaşmaya, ticaretten konuta, ulaşımdan sağlığa her alanda depremi ve tüm afetleri hesap ederek hareket edecek bir program ve projelerle hazırlanıyoruz.

* Deva Partisi olarak bu ülkede vatandaşının ölümüne göz yuman, kaçak binalara ruhsat veren, denetlemeyen, afetler yüzünden ölümü bu topraklarda kaderi gören zihniyete son vereceğiz. Üç kuruşluk rant uğruna vatandaşlarımızın hayatını riske atan önemseyen bu zihniyete son vereceğiz.

“AÇIKLAMADIKLARI VAKALARA GÖRE TÜRKİYE DÜNYADA İLK 5’TE”

İktidarın pandemi sürecinde başarısız olduğuna dikkat çeken Babacan şu ifadeleri kullandı:

* Bir başka afet daha dünyada olduğu gibi ülkemizi de esir almış durumda. Tüm dünyada olduğu gibi neredeyse bir senedir Covid-19 salgınının tam ortasındayız. Ancak bu salgının ilk aylarında özellikle sağlık boyutuyla çalışmaların kolay gitmediğiyle ilgili bir kanaat hepimizde vardı. Verilere baktığımızda kanaat fena değildi. Ama maalesef işin sağlık alanında da aslında son derece yanlış yönetildiğini öğrenmiş olduk.

* Bu salgında maalesef kötü yönetiliyor. Her şeyi halktan gizlemek marifet saymayı öğrendikleri için şu anda ülkemiz pandemiyle mücadele de en kötü ülkeler arasında girme yolunda hız ilerliyor. Ve açıklamadıkları vatandaşlardan gizledikleri vaka sayılarına baktığımızda Türkiye dünyada ilk 5’te. Her gün 2-3 bin yeni hasta sayımız var diye açıklama yapılıyor. Ama asıl vaka sayıları ortada yok.

* İşin içerisindeki insanlara göre başta Tabipler Odası ve diğer kaynaklardan alınan verilere göre tahminimize göre günlük en az 30-40 bin yeni vaka var. Hani, 15 Ekim’den itibaren  ‘vaka sayılarını açıklayacağız’ demişlerdi. İlk defa vaka ile hasta arasındaki farkı o açıklamalardan resmen duymuş olduk. Ama 15 Ekim geldi geçti daha çıt yok. Bu sözlerden neden cayıldı neden açıklanmıyor rakamlar?

* Hastanelerde şu anda yer bulunamıyor, insanlar uzun kuyruklarda, yoğun bakım yatağı için 112 acil çağrı servisinde bile uzun bekleme listeleri oluşmuş durumda. Türk Tabipler Birliği, ‘Sayılar yanlış eksik söyleniyor’ dedi. Doktorlarımız ‘Ölüyoruz’ dedi ama onlar ne dediler. Kim çıt çıkarsa, kim aykırı bir şey söylese ellerindeki hain etiketini yapıştırıyorlar. Tabipler Birliğini de ‘Sen nasıl farklı rakamlar konuşursun’ diyerek hain ilan ettiler.

* Onların söylediği devletin resmi rakamlarına göre çok daha doğru olduğu ortaya çıktı. Vaka sayısı hasta sayısı ayrımı yaparak kendi vatandaşını aldatmaya çalışan herhalde tek ülke şuanda Türkiye. Corona virüsü salgını, pandemi dönemi bu ülkenin her alanda iflas ettiğini tescil etmiş oldu.

“BU NASIL GAZETECİLİKTİR, BU NASIL HABERCİLİKTİR?”

Ekonomi ve Maliyet Bakanı Berat Albayrak’ın istifasını da değinen Babacan şunları kaydetti:

* Ülkede şuanda bir medya karartması olduğu için basında da yeteri kadar bunlar yer alamıyor. Çok az sayıda ana akım televizyon, çok az sayıda ana akım gazete, ağırlıkla internet medyacılığı youtube kanalları oradan insanlar gerçeklerin peşinde.

* Geçen hafta yaşadık yakın akraba bakan istifa etti sosyal medya hesabından ‘ben ayrılıyorum’ dedi. Baktık 27 saat boyunca devletin sahip olduğu medyadan, hükümetin kontrol ettiği medyadan çıt yok. Sanki vatandaşlara böyle bir olay yok diye anlatmaya çalışıyorlar. Bu nasıl gazeteciliktir, bu nasıl haberciliktir?

* Gazetecilik mesleği bu tür haberler noktasında gerçek gazeteciler yerlerinde duramaz onu anında haberleştirmek zorunda. Ama öyle ağır bir baskı iklimi var ki maalesef en ufak aykırı görüşte bulunanları hemen işten atıyorlar. En hafif ceza zaten o hemen patrona telefon ‘şunu işten at yarın görmeyeceğim’ demesi yetiyor.

* Daha da ileriye gittiler şuanda tutuklu gazeteciler sayısına baktığımızda gerçekten ülkemiz dünyadan çok çok kötü bir noktada yazıktır, günahtır. Bu kolay değil bir meslektaşının işten kovdurulduğunu gören diğer gazeteciler kendilerine oto sansür uygulamaya başlıyor. Elleri kolları bağlanıyor, kalemleri kilitleniyor.

* Peki gerçekleri gizleyebiliyor musunuz? Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu var. Bir süre belki kandırabiliyorsunuz ama daha sonra gerçek ortaya çıkıyor. Onun için esas prensibin doğruluktan ayrılmamak olması lazım, dosdoğru olmak lazım. Doğru hesaptan kaçmaz. Dosdoğru olan alnı açıktır başı dik yürür.

“ACI REÇETİNİZİN FATURASINI BU HALK ÖDEMEK ZORUNDA DEĞİL”

Ülkede yaşanan ekonomik sıkıntının bedelini halka ödetilmemesi gerektiğini belirten Babacan sözlerine şöyle devam etti:

* Ülkeyi öyle bir fakirleştirdiler ki halkın sağlığını kurtaracak önlemler almakta dahi zorluk çekiyorlar kasa boş. Merkez bankasındaki rezervlerimizi tükettiler, yedek akçeleri tükettiler, merkez bankasının kasadaki dövizinden daha çok piyasaya borcu var şu anda. Bir de ne diyorlar ‘Acı reçeteden kaçınmayız’ diyorlar.

* Hem memleketi bu hale düşürüp arkasından da vatandaşlarımızın acı reçeteye razı olmasını bekliyorlar. Ne demek bu acı reçete yani size keyif çayı vatandaşa acı reçete mi bunu mu demek istiyorsunuz? Bu acı reçeteye hazırlanın diyenlerin kendi konforlarında, kendi yaşantılarında en ufak bir değişiklik yok aynı rahatlık devam ediyor.

* Yanlış yönetiyorlar, ekonomiyi batırıyorlar düzeltmek içinde vatandaşa diyorlar ki ‘Acı reçeteye hazırlan’ Sizin hatalarınızın bedelini bu millet ödemek zorunda değil sizin yaptığınız hataların acı reçetesinin faturasını bu halk ödemek zorunda değil.

“KAVALA VE ALTAN SERBEST BIRAKILMALI”

Babacan açıklamalarını şöyle sonlandırdı:

* Bu günlerde “hukuk” demeye başladılar. Türkiye bir düşünce suçluları ülkesi durumuna düştü. Bunca hukuksuzluğu kim yaptı? HSK iki gün önce Osman Kavala hakkında AİHM ve Anayasa Mahkemesinde ihlale sebep olanları tespit etmek için yargılandığı mahkemeden kararları istedi.

* Bakacağız iş nereye gidiyor. Osman Kavala bin günden fazladır cezaevinde. Hukukçu arkadaşlarımıza dosyalarını incelettim. Dosyaların durumu içler acısı, tam bir hukuk garabeti. Osman Kavala’yı, Ahmet Altan’ı ve nice kişiyi ceza evinde tutuyorlar.

* Güçlü ekonomi için güçlü hukuk gerektiğini söylemiştik, bizden kopya çektiler. Kopya çeken öğrencinin hali belli oluyor. Yine kopya çekip hepsini serbest bırakırlar diye umut ediyorum. Ama bu bile hukuka uyduklarını göstermez. Talimatla içeri at, talimatla serbest bırak. Hukuk bu değildir.

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.