Gezi olaylarının arkasında hangi dış güçler var? Tarih bunu açıklayacak. Ama şimdiden var olan ipuçlarını değerlendirmek lazım. Bu değerlendirmeyi gözlemler ve siyaset bilimi mümkün kılıyor.
GEZİ OLAYLARI 1968 FRANSIZ MAYIS OLAYLARININ İKİZ KARDEŞİ GİBİ.
Fransa’da 1968 olaylarında dış güçler çok aktifti. Bu süreçte bu güçler hangi aşamada devreye girdiler ve ne netice elde ettiler. Hatırlamak lazım.
Fransız tarihinin en güçlü lideri de Gaulle, Mayıs 68’de iktidarda onuncu yılını dolduruyordu. Fransa ekonomik açıdan bir altın çağla tanışmıştı. Refahtan toplumun tüm kesimleri yararlanıyordu. İşçi sınıfı otomobil sahibi olmuş, tatillerini komşu İspanya’nın Akdeniz sahillerinde geçiriyordu.
De Gaulle tarihi, istisnai bir dev liderdi. Nüfusu elli milyonu bile bulmayan Fransa’nın başında dünyaya kafa tutuyordu. Hiçbir güce minnet etmiyordu.
Önce Amerika ile ilişiler: neden buz gibiydi? Sonuçta İkinci Dünya Savaşında de Gaulle’e İngiltere ve onun tarihi ayrılmaz müttefiki Amerika kucak açmıştı. De Gaulle bu iki gücün himayesinde muzaffer bir general olarak Fransa’ya geri dönebilmiş ve Hitler’in tasfiye edildiği Hür Fransa topraklarında savaş sonrasının ilk devlet başkanı olmuştu.
De Gaulle’ün Amerika’ya sert tavır almasının birinci nedeni Fransız gururuydu. De Gaulle Fransa’nın tarihine bakıyor ve Fransa’nın ikinci sınıf bir ülke haline gelmesini hazmedemiyordu. İngiltere’ye de Amerika ile olan organik bağımlılığı yüzünden kızıyordu.
1945’de Amerikan Başkanı Truman o tarihte Fransız toprağı olan Kuzey Afrika’ya geldi ve de Gaulle’le görüşmek istedi. De Gaulle’ün cevabı çok sert oldu: “Fransız topraklarındasınız ama ben sizi davet etmedim ki”. Truman ile görüşmeyi reddetti.
Oysa 1963’de Amerikan Başkanı Kennedy bir süikastte öldürülünce en güçlü reaksiyonu “bu müthiş bir trajedi” diyerek veren lider de Gaulle oldu. Cenaze törenine katılmak için Amerika’ya gitti.
De Gaulle’ün Amerika’ya kızgınlığının ikinci bir nedeni vardı. Avrupa’nın yarısı fiili Amerikan işgali altındaydı. De Gaulle “Avrupa’lı bir Avrupa” istiyordu. Amerika İkinci Dünya Savaşında kurtardığı Avrupa’dan çekip gitmeliydi. De Gaulle iktidara ikinci kez geldiğinde Nato karargahını Fransa’dan çıkardı. Yaşadığı müddetçe kurucusu olduğu Avrupa Birliğine İngiltere’ye almadı.
De Gaulle’ün Sovyetler Birliğinden nefreti ise çok derindi. Komünizmden nefret ediyordu. Sovyetler Avrupa’nın yarısını işgal etmişti. Rusya’nın kendisi bile Sovyet işgali altındaydı. De Gaulle Sovyetler Birliği kelimelerini hiç telaffuz etmedi. Hep “Rusya” dedi. Döneminde ondan başka kimse Sovyetler Birliğine Rusya demiyordu.
De Gaulle “Atlantikten Urallara”, “Avrupalılara ait bir Avrupalı bir Avrupa” kurmak niyetindeydi. Arkadaşı Hristiyan Demokrat yaşlı Alman Şansölyesi Konrad Adenauer ile birlikte altı üyeli Avrupa’yı kurdular. Yedinci ve sekizinci “ortak üye” sıfatıyla Yunanistan ve Türkiye ile anlaşmalar imzaladılar. Artık de Gaulle yola çıkmıştı. Kendi parasıyla, uzay ve havacılık sanayiyle, askeri ve sivil nükleer gücüyle, hızlı trenleriyle Avrupa otuz altın yılına giriyordu.
1968’in bir diğer büyük olayı Vietnam Savaşıydı. Amerika Vietnam’da büyük kayıplar veriyordu. Amerikan gençleri askerlikten kaçıyordu. İlk isyanlar California’da Berkeley Üniversitesinde çıktı.
Uluslararası planda Sovyetler Birliği ile Mao’un Çin’i kapışmıştı. Vietnam sırtını komşusu Çin’e dayamış, onun yardımı ile Amerikan ordusunu fena halde hırpalamaya başlamıştı. Uluslararası destek sağlamak için Çin Lideri Mao “küçük kırmızı kitap” yayınladı. Bu kitap her dilden on milyonlarca adet olmak üzere bütün dünyaya dağıtıldı.
Fransız gençleri refah içindeydi. Fransa 1954 yılında Vietnam’dan ve 1960’ların başlarında siyah ve Kuzey Afrika’dan ayrılmıştı. Fransız gençleri için dünyadaki sömürge savaşları artık bir televizyon haberinden ibaretti. Genç Fransız sevgililer ellerinde Mao’nun “küçük kırmızı kitabı” akşamları Paris’in çeşitli semtlerindeki “Vietnam mahalle komitelerinde” buluşuyorlar romantik ve ideolojik duygusal anlar yaşıyorlar, Vietnam’da savaşan Amerika’ya tavır alıyorlardı.
MAYIS 68 OLAYLARI NASIL PATLAK VERDİ?
Fransa siyasi ve ekonomik bakımdan tarihinin en parlak dönemini yaşıyordu. Ünlü Fransız gazetesi “le Monde” mayıs ayı başında bir baş yazı yayınladı: “Fransa’nın canı sıkılıyor”. Tercümesi: rahat Fransa’ya batıyordu.
Bütün bu gelişmelerin neredeyse tüm açılarından şahidiyim. Şahit olmanın ötesinde içindeydim. Paris’de de Gaulle’ün bursuyla okuyor ve Fransa Başbakanlığında “araştırma ekip şefi” olarak de Gaulle’ün büyük projeleri için çalışıyordum. Buna paralel olarak Fransa Türk Öğrenci Birliği Başkanıydım. Olayların “masum bir öğrenci hareketi” olarak başladığı Paris Nanterre Üniversitesinde de öğretim üyeliği yapıyordum. Ufacık bir kıvılcımın nasıl dünya çapında kendiliğinden yangın çıkardığını gözümle gördüm.
Paris Nanterre Üniversitesi Paris’in batı banliyösünde gökdelenler semtinde zengin ailelerin çocuklarının gittiği yeni bir kampüs Üniversitesiydi. Oradaki basit öğrenci olayları Paris’in merkezindeki benim doktora hazırladığım Sorbonne Üniversitesine sıçradı. Sorbonne öğrencileri Üniversiteyi işgal ettiler. Ne olduysa bundan sonra oldu. Fransız çevik kuvveti CRS Üniversiteye orantısız güç kullanarak biber gazı ile müdahele etti. Netice: işgaller diğer Üniversitelere yayıldı. Olaylardan yukarda sözünü ettiğimiz Mao yanlısı romantik ideolojik “Vietnam mahalle komiteleri” vazife çıkardılar. Bir anda Mao yanlısı on binlerce zengin ve orta halli aile çocuğu sokağa indi. Olay de Gaulle aleyhine gelişti. De Gaulle on yıldır iktidardaydı. Slogan “on yıl: yeter artık” oldu. İkinci slogan yeni Fransa içindi: “hayal gücü iktidara” ve “bu sadece başlangıç: mücadeleye devam”.
SOVYETLER DEVREYE GİRİYOR.
1968 yılında Doğu Avrupa, Doğu Almanya dahil, fiili Sovyet Kızıl Ordusunun işgali altındaydı. Batı Avrupa’da ise doğrudan Moskova’ya bağlı güçlü komünist partileri vardı. Fransız Komünist Partisi seçimlerde yüzde yirmi oy alıyordu.
Mayıs 68 olayları bir gençlik ve Üniversite olayları olarak başladı. Ama polisin orantısız güç kullanması sonucu Çin yanlısı Vietnam mahalle komitelerinin kontrolüne geçti. Onlar da Mao yanlısıydı.
Bu aşamada gerek Moskova ve gerek ona bağlı Fransız Komünist Partisi olayların dışında ve karşısında yer aldılar.
Ama iki haftalık bir süre sonucunda “canı sıkılan Fransa” olayları desteklemeye ve de Gaulle karşıtı bir eyleme dönüştürmeye başlayınca Moskova fırsatı kendi lehine çevirmek için bütün gücüyle devreye girdi. Sonuçta de Gaulle Sovyetlerin en güçlü düşmanıydı. Eylemler güç kazanınca ve de Gaulle’ü sarsmaya başlayınca Moskova devreye girdi ve hareketin liderliğini Mao’cu gençlerden kaptı. Bunun için güçlü Fransız Komünist partisi ve onun daha da güçlü sendikal kolu, CGT, genel grev ilan etti. Fransa’nın tüm fabrikaları, iş yerleri işgal edildi. On milyon işçi greve gitti. Fransa da ekonomi durdu. Bir milyon kişi sokağa indi. Slogan “de Gaulle İstifa” ya dönüştü. Bir milyon kişi Fransa Başkanlık Sarayını kuşattı.
Fransa demokratik bir ülkeydi. Bir sokak hareketi ile de olsa iktidarı ele geçirmenin bir siyasal alt yapısı olmalıydı. Fransız Komünist Partisi bir sokak hareketi ile iktidarı ele geçirmenin ona olan tepkinin artmasına neden olacağını biliyordu. Siyasal ittifaklara ihtiyacı vardı. Bu analiz sonucu Fransız Komünistleri düşman kardeşleri olan Fransız Sosyalistlerine doğru bir adım attılar.
Fransız sosyalistleri “üçüncü enternasyonele” yani Moskova’ya organik olarak bağlı komünist partisinden nefret ediyorlardı. Kendi resmi parti adları SFİO, ondokuzuncu yüzyılda kurulmuş olan ikinci enternasyonelin baş harflerinden oluşuyordu: “işçi enternasyoneli Fransız seksiyonu”. Ama bu tarihte bu tarihi parti seçimlerde eriye eriye yüzde beşlere düşmüştü.
Solun büyük partisi komünistler bir stadyumda sosyalistlerle toplantı yaparak eski bir sosyalist başbakanı Mendes France’ı Başbakanlığa önerdiler. Sokak başkanlık sarayını kuşatmış, hükümet kurma aşamasına gelmişti.
DE GAULLE PANİKTE.
İktidarı sokağa ve komünist partisine bırakmayı reddeden de Gaulle panik içinde çare arayışına girdi. Önce Almanya’yadaki Fransız işgal kuvvetlerinin ana karargahına gitti. Generallerden yardım istedi. Generaller kabul etmediler. Ordu de Gaulle’e kırgındı. Şüphesiz de Gaulle Fransa’yı İkinci Dünya Savaşında kurtaran bir savaş kahramanıydı. Ama 1962’de Cezayir’e bağımsızlık vermesine ordu karşı çıkmıştı. Generaller de Gaulle’e biri bazoka ile olmak üzere beş başarısız suikast tertip ettiler. Her defasında kurtuldu. Rakipleri “Allah kurtardı” dediler. De Gaulle Orgeneralleri tutuklattı. Ölüme mahkum etti. Bu nedenle Genelkurmay Mayıs 68’de Almanya’daki Fransa ordu karargahında ayaklarına gelen de Gaulle’e yardım etmeyi reddettiler.
De Gaulle Paris’e eli boş döndü. Mayısın son günlerinde iktidar adeta çözülmüştü. Çok iyi hatırlıyorum. Araştırma Ekip şefi olarak çalıştığım Fransız Başbakanlığının Eyfel kulesine bakan sarayımsı çok şık binasında Fransa’nın 1969 bütçe taslağını hazırlıyoruz. Sol partiye oy veren Fransız araştırmacılar ıslıkla Fransız Komünist partisi marşı Enternasyonunu çalıyorlar. Haber geliyor. De Gaulle bir radyo-televizyon konuşması yapacak deniyor.
De Gaulle’ün daha öncede çok tarihi bir radyo konuşması olmuştu. Hitler orduları Fransa’yı birkaç günde istila edince zırhlı tugaylar Tuğgenerali de Gaulle İngiltere’ye kaçmış ve 18 Haziran 1940’da Londra’da BBC’de tarihi bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmada de Gaulle: “muharebeleri kaybettik. Ama savaş devam ediyor. Bu savaş büyüyecek, karada, havada, denizde genişleyip bir dünya savaşı haline dönüşecek ve biz müttefikler Hitler’i yenip bu savaşı kazanacağız. Fransızlar bana katılın” demişti.
1940’dan 45’e giden süreçte de Gaulle Amerikalıların ve Sovyetlerin yardımıyla Hitler’i yendi. Fransa’da devlet başkanı oldu.
Ama 1968 mayısında durum çok farklıydı. Fransa’nın Amerika ile ilişkileri buz gibiydi. Moskova ise onu devirmeye çalışıyordu.
Fransız başbakanlığındaki odamda Eyfel kulesine bakıyorum. Fransız solcu araştırmacılar ıslıkla enternasyoneli çalıyorlar. Televizyonda de Gaulle konuşmaya başlıyor: “reforma evet. Çapulculuğa hayır. Beni destekleyen Fransızlar kızıl bayraklara karşı üç renkli Fransız bayrağıyla sokağa inin”. Büroda bir sessizlik. De Gaulle taraftarı bir tek kişi çıkıyor. “belki son yüz kişiden biride olsam gidiyorum” diyor. Başbakanlıktan bir Fransız bayrağı kaparak Champs-Elysées’ye koşuyor. Vincent son yüz kişiden biri olmuyor. Kendiliğinden gelen Fransız bayrağı taşıyan bir milyonu aşkın kişiden biri oluyor.
Bu durum demokrasilerdeki bir büyük gerçeği ortaya koyuyor. Elli, altmış, yada yetmiş milyon nüfusu olan bir ülkede tarafların her biri rahatlıkla bir milyon kişiyi toparlayabiliyor. Komünistler kızıl bayrakla bir milyon kişiyi sokağa indirmişlerdi. Sokağı ele geçirdiklerini zannediyorlardı. De Gaulle bir televizyon konuşmasıyla bir milyon kişiyi sokağa indiriyor. Bunlar aynı Fransızlar değil. Birinciler solcu diğerleri Hristiyan demokratlar.
Komünistlerin blöfü tutmuyor. De Gaulle erken seçime gidiyor. En büyük seçim başarısını kazanıyor. Mayıs 68 bir balon gibi sönüyor.
SOVYETLERİN YENİLGİSİ MAYIS 68’DE PARİS’DE BAŞLADI.
Mayıs 68’de başlayan komünist sosyalist iş birliği devam etti. Ama süreç içinde dengeler değişti. Mayıs 68’de Fransız komünist partisi yüzde yirmilerde Fransız sosyalistleri SFİO yüzde beşlerdeydi.
Ama sağdan gelen çok hırslı bir politikacı François Mitterand yeni bir parti “Sosyalist Parti”yi kurdu. Mitterand’ın kafasında çok değişik bir plan vardı. Komünistlerle iş birliği yaparak Fransız komünist partisini tarihin çöplüğüne atmak, Avrupa’dan Sovyetleri çıkararak komünizmin çöküşüne yol açmak istiyordu. Amacı komünistlerle iş birliği yaparak onları tuzağa düşürmek istiyordu. Bunu nerden biliyordum?
Paris Nanterre Üniversitesinde öğretim üyesi olarak Profesör Annie Kriegel ile beraber çalışıyordum. Bayan Kriegel eski bir komünist ve Fransanın bir numaralı Fransız komünist partisi uzmanı idi. Komünist partisinden ayrıldıktan sonra komünistlerden nefret etmeye başlamıştı.
Mitterand Cumhurbaşkanlığına adaylığını koydu. Bugünlerde Annie Kriegel bana: ” Bener, Mitterand beni yemeğe çağırdı” dedi.
Bir süre sonra vatan hasretiyle Türkiye’ye döndüm. İstanbul Üniversitesi rektörü bana Üniversite Uluslararası İlişkiler Müdürlüğü görevini verdi. “Dilediğin devlet başkanını Üniversitemize davet edebilirsin” dedi.
Fransa ve Almanya’nın Başbakan ve Cumhurbaşkanlarını, Nato Genel Sekreterlerini İstanbul Üniversitesine davet ettim. Sponsorum ondokuz yıl boyunca, ölünceye kadar dostum kalacak Sakıp Sabancı. Yabancı devlet başkanları gelince özel uçakla Ankara’ya gidip Başbakan Turgut Özal’la yemek yiyoruz. Dünya meselelerini konuşuyoruz.
Davetlerimin arasında çok sayıda dünyaca ünlü Profesör var. Bunlardan biri Paris Nanterre Üniversitesinde beraber çalıştığım Fransa’da Fransız komünist partisinin bir numarılı uzmanı eski komünist Annie Kriegel. İstanbul Üniversitesinin görkemli giriş kapısının hemen sağındaki kule öğretim üyelerinin lokantası. Kapısında Profesörler Evi yazıyor. Kriegel’le başbaşa yemek yiyoruz. Aklıma mayıs 68 olayları geliyor. “Annie” diyorum. “Hatırlıyormusun Mitterand Cumhurbaşkanı adayı olunca seni yemeğe çağırmıştı. Ne konuştunuz?” Cevap: ” üç saat başbaşa konuştuk.” diyor. “Bana komünist partisi ile hem iş birliği yapıp hem onları nasıl mahvederim diye sorular sorup benden taktik istedi” diyor.
Mayıs 68’in düğümü işte burada çözülüyor. Mayıs 68’de güçlü Fransız komünist partisi küçük sosyalist partiyle işbirliği yaparak de Gaulle’ü devirmeyi planlıyordu. Ama Moskova’nın bu planı tersine döndü. Küçük sosyalist partisinden bir güçlü lider Mitterand çıktı. Solun büyük gücü oldu. 1981’de Cumhurbaşkanı seçildiği zaman hükümetinde sadece beş komüniste bakanlık verdi. 1994’te Cumhurbaşkanlığından ayrılırken Fransız komünist partisi tükenmişti. Sovyetler Birliği tarihe karışmıştı. Doğu Avrupa özgürleşmiş, Avrupa bütünleşmiş, Avrupa Birliği güçlü parasıyla, uzay havacılık ve nükleer sanayiyle, onbeş trilyonluk milli geliriyle dünyada bir numara olmuştu.
1968’de Fransa iç politikasına Sovyet müdahalesi hem Fransız komünist partisinin hem Sovyetler Birliğinin sonu oldu.
68’DEN GERİYE NE KALDI?
68 olayları konusunda efsaneler oluşturuldu. 68 olayları Fransa’dan bütün dünyaya yayıldı. 68 için dünyanın ilk post modern devrimi dendi.
45 yıl sonra dönüp geriye bakınca geride ıvır zıvır boş bir balonun kaldığı gözüküyor. De Gaulle’e “on yıl yeter”, “istifa”, “o seçilmiş bir kral” diyerek karşı çıkanlar Fransa’ya ne kadar demokrasiyi getirebildiler? Tam tersine mayıs 68’den sonra Fransa’da iktidarlar daha da güçlendi. Cumhurbaşkanı Giscard d’Estaing şahsi kararıyla Yunanistan’ı Avrupa Birliğine üye yaptı. Mitterand ondört yıl iktidarda kaldı. Öylesine bir tek adam oldu ki ağzından çıkan her söz Fransa’yı bağladı. Fransız sosyalistleri bile ona “Tanrı” lakabını taktı. Benim katıldığım bir toplantıda “karar verdim. İspanya ve Portekiz Avrupa Birliği Üyesi olacak” dedi. Öylede oldu. Daha sonra gelen Cumhurbaşkanları tek adam olmanın ötesinde kaprisleriyle dünyayla alay etti. Bunun en güzel örneği Sarkozy. Basın ve gazeteciler üzerinde terör estirdi. İktidarda kaldığı beş yıl süresince Fransa iç ve dış politikası ona tutsak oldu. Bu mu mayıs 68’in Fransa’ya getirdiği demokrasi?
Etnik azınlıklar konusunda ise Fransa dünyadaki en katı davranışları sergiledi. Bröton hareketi söndürüldü. Basklar en fazla Fransa’da hareketsiz kaldı. Korsika’ya Fransızlar en sert polislerini yolladı. Paris’in egemenliği taviz vermedi.
Bölgesel yönetimler açısından ise kopartılan gürültüye bakmayın. Türkiye’de büyük şehirler bütçeleriyle, kararlarıyla Fransız bölgelerinin çok önünde.
68 olayları şirket içi demokrasi konusunda da çok yaygara koparttı. Netice orada da göstermelik oldu. İşletmelerde alt düzeyin katıldığı sonu gelmeyen toplantılar katılanları bile bezdirdi. Fransız şirket sahipleri şirketlerini birer Napolyon gibi yönetmekte ve üst düzey memurlar firavunları kıskandıracak maaş ve primler almaktalar.
DIŞ MÜDAHALE NİYE TERS TEPTİ?
Mayıs 68 olaylarında Sovyet müdahalesi kesindi. Bu müdahale de Gaulle’e karşıydı. Nedeni de Gaulle komünizmin ve Sovyetlerin çökmesini, Doğu Avrupa’nın özgürleşmesini ve Avrupa’nın bütünleşmesini istiyordu. Bu Sovyetler Birliği için ölümcül bir tehditti. Ama dış müdahalenin olabilmesi ancak iç olayların gelişmesinin üçüncü safhasında olabilirdi.
Bu safhalar neydi? Birinci safha kıvılcımdı. Gerçek anlamda “masum” bir eylemdi. Dış güçler bunu başlatamazdı. “Masum eylemin” tutması bir mucize, binde bir bir ihtimaldi. Masum eylem kıvılcımını aleve dönüştüren Fransız polisinin orantısız güç kullanması oldu. Tüm gözlemciler sorumlu olarak ve haklı olarak dönemin “ben Fransa’nın bir numaralı polisiyim” diyen iç işleri bakanını gösterdi. Bu aşamada kontrol dışı ufak mahalle örgütleri devreye girdi. Fransa’da bu örgütler “Vietnam mahalle komiteleri” oldu. Bu örgütlerin üyeleri romantik gençler, ideoloji tutkunları, kızlı erkekli orta ve yüksek sınıflardan gelen kişilerdi. Ama yarı örgütlü olmaları durumu polisle çatışmaların yaygınlaşmasına, profesyonelleşmesine ve geceler boyu sürmesine yol açtı. Paris’in dev bulvarlarının estetik kaldırım taşları yüzlerce barikat haline bu gençler tarafından dönüştürüldü. O günden sonra Paris’in bütün bulvar ve avenüleri asfaltla örtüldü.
İşte bu noktada üçüncü aşama başlıyor. Bu aşamada güçlü ve örgütlü siyasal partiler kontrolü ele almak amacıyla devreye giriyorlar. Fransa’da en örgütlü parti Fransız komünist partisiydi. Partinin sendikası CGT Fransız ekonomisini tam anlamıyla bir örümcek ağı gibi sarmıştı. Fransız komünist partisi de üçüncü enternasyonalin en disiplinli partisiydi. Yani kayıtsız şartsız Moskova’ya bağlıydı. Moskova düğmeye de Gaulle’ü devirmek için bastı. Bir iki gün içinde genel grev Fransa’yı esir aldı ve felç etti.
Olaylar nasıl bitti? Şüphesiz Fransa’da Anayasal bakımdan başkanlık sistemi vardı. Ama bir milyon kişi sokağa inmiş ve Başkanlık Sarayını kuşatmıştı. Burada lider faktörü devreye giriyor. Haziran 1940’da bir radyo konuşmasıyla Hitler’e meydan okuyan ve onun sonunu hazırlayan de Gaulle, 1968 mayısında bir radyo-televizyon konuşmasıyla mayıs 68’in balonunu söndürdü. Komünist partisinin, Sovyetler Birliğinin son bulmasının ve Doğu Avrupa’nın özgürleşmesi, Avrupa’nın bütünleşmesi sürecini başlattı.
CANI SIKILAN TÜRKİYE: GEZİ OLAYLARI.
Siyaset bilimci olmak insanı vizyoner yapar mı? Bilemiyorum. Ama 14 Ocak 2013’de Haber1.com’da “hoşgeldiniz sayın Başbakan” başlıklı çok uzun bir yazıda fırtınanın geldiğini ön gördüm. Lütfen bu çok uzun yazının en sonundan başlayınız: “hayalleri karambolden gol atıp Erdoğan sonrası sayfayı Türkiye’de açıp eski günlere dönmek”. Tarih: 14 Ocak 2013. Haber1.com.
Bu çok uzun yazıda kimlerin Erdoğan’ı devirmek için karambol beklentisi içinde olduğunu neredeyse ismi belli olacak şekilde yazdım.
Neden karambol? İşte burada mayıs 68 başındaki Fransa’ya benzer bir tablo karşımıza çıkıyordu. Türkiye tarihinin en parlak ekonomik dönemini yaşıyordu. En geniş halk yığınları refahtan paylarını almaya başlamışlardı. Beyaz eşya, kahve rengi eşya Türk evlerine girmişti. Halk otomobil sahibi oluyor, otomobillere park yeri bulmakta güçlük çekiyordu. Mega projeler, köprüler, tüneller, hızlı trenler, hava alanları Türkiye’nin manzarasını değiştiriyordu. Dünyanın en güzel alışveriş merkezleri, gökdelenleri Türkiye’de şehirlerin manzarasını değiştiriyordu. Türkiye nükleerle, uzay ve havacılık sanayiyle tanışıyordu.
Güçlü lider, güçlü Türkiye dünyada gıpta ve kıskançlık uyandırıyordu. Komşu Suriye’de yangın yayılıyor, Irak huzur bulamıyor, komşu Yunanistan sefalet ve işsizlikle pençeleşiyor, Avrupa’da ekonomiler günden güne daha büyük bir krize sürükleniyordu.
Bu bir Türk mucizesiydi. Ak Parti iktidarı ile baş edemeyenlerin tek umudu kalmıştı: karambol. Dışarıda da Türkiye’nin tökezlemesini bekleyenler ümitlerini bu karambole bağlamışlardı. Ama eksik olan kıvılcımdı.
KİMLERİN TÜRKİYE’DE MAYIS 2013’DE CANI SIKILIYORDU?
Baş kaldırı süreci açısından mayıs 68 Fransa ile mayıs 2013 Türkiye arasında müthiş bir benzerlik var. İki süreçte de olaylara katılanlar çok sınırlı. Elit ve aydın kesimden, orta halli ve zengin sınıflardan gelen gençler. Duygusal tepkileri ve dünyaya ideolojik bakışları davranışlarını belirliyor. Ama bu kıvılcım normal olarak bir aleve dönüşmezdi. Yangını körükleyen 68 Fransa’sında ve 2013 Türkiye’sinde sürecin ilk aşamasında baş vurulan orantısız güç oldu. Buradan ikinci aşamaya geçildi. Örgütlü ideolojik gruplar devreye girdi. Polisle kavga profesyonelleşti, uzmanlaştı. Bir tarafta barikatlar yükseldi. Öbür tarafta biber gazı cömertçe kullanıldı.
Burada üçüncü aşama ortaya çıktı: karambol beklentisi olan siyasal, sosyal, ekonomik aktörler devreye giriyor. Lider yurtdışındaydı. Başkaldırı talepleri büyüdü, genelleşti. Kanal İstanbul, üçüncü köprü, üçüncü hava alanı, ve liderin istifası gündem oldu.
GEZİ TÜRK DEMOKRASİSİNİN CHECK-UP’I VE RONTGEN’İ OLDU.
Gezi olayları Türk demokrasisinin zaaflarını apaçık ortaya koydu. Netice Erdoğan karşıtı güçlerin içine sürüklendikleri zaafiyeti apaçık ortaya koydu.
CHP AÇISINDAN DURUM: TAM BİR HÜSRAN.
Mayıs 68 Fransa olaylarıyla karşılaştırınca gezi olayları 2013 Türkiye’sinde ana muhalefet partisinin nasıl bir çöküş içerisinde olduğunu açıkça kanıtladı. Hatırlayalım: gerek mayıs 68’de Fransa’da gerek mayıs 2013 Türkiye’sinde olayların ilk iki aşaması neredeyse tıpa tıp aynıydı: olaylar sınırlı, mahalli, “masum” gençlik olayları olarak başlamış ama polisin orantısız güç kullanması sonucunda yaygınlaşmıştı. Bu ikinci aşamada fırsattan marjinal, örgütlü, ideolojik grupüsküller devreye girmişti. Bu gruplar işin profesyoneliydi. Belki devrim idealleri hayalin ötesine geçmiyordu ama barikat kuracak, polisle çatışacak, araba yakacak eğitilmiş militanları vardı. Bu iki aşamada Fransa ve Türkiye’deki olayların gelişimi bire bir örtüşüyor.
Fark bundan sonraki aşamada ortaya çıkıyor. Fransa’da mayıs 68’de çok güçlü, çok yaygın, çok büyük bir komünist partisi vardı. Olaylara müdahale kararı aldığı andan itibaren ideolojik ufak grupüskülleri sildi süpürdü. Olaylar onun kontrolüne geçti.
Benzer girişim CHP tarafından da yapıldı. Genel başkan Kılıçdaroğlu Taksim’e koştu. Millet vekilleri yürüyüşlere katıldı. Bir çoğu biber gazından fazlasıyla nasibini aldı. Ama CHP olaylardan dışlandı. Televizyonu ile ekrandan direnişe destek vermek noktasıyla yetinmek zorunda kaldı.
Siyaset bilimi açısından bakınca bu tam bir hezimet. Seçmenlerden iktidara gelecek kadar oy toplayamayan ana muhalefet partisi sokakta da direnişçiler tarafından dışlandı. Artık bu partinin Shakespeare okuyup Hamlet’in “olmak veya olmamak, mesele bu” sorusunu kendisine sorması lazım. Siyasette hayalet parti olmak yeterli olmuyor.
2013 TÜRKİYE’SİNDE DURUM SENDİKALAR AÇISINDAN DAHA DA VAHİM.
68 olaylarının Fransa’da nasıl geliştiğini yukarıda inceledik. Fransız Komünist Partisi olayları kontrol altına almaya başlayınca bir günde on milyon işçi genel greve gitmiş ve Fransız ekonomisi durmuş felç olmuştu. Bunu güçlü Fransız sendikası CGT başarmıştı.
2013 Türkiye’sinde Erdoğan’a muhalif sendikalar benzer talepte bulundu ve netice tam bir hüsran oldu. Greve katılım o kadar düşük oldu ki toplum hiçbir şey hissetmedi. Sendikaların yürüyüş taleplerine birkaç bin kişi katıldı. Onlarda polisin “dağılın” uyarılarıyla evlerine döndü.
DIŞ GÜÇLER GEZİ OLAYLARINA NE KADAR KATILDI?
Yukarıdaki tezimi tekrarlayacağım: 14 Ocak 2013 tarihli yazımda Türkiye’de Erdoğan’ı devirmek için karambolden başka çare görmeyen güçlü grupların Türkiye’nin içinde olduğunu söylemiştim. Medyada manşet senyörlerinin, Erdoğan döneminde şöhret olmuş bilimsel derinliği olmayan bazı yanar döner bay ve bayan akademisyenlerin bunların içinde yer aldığını 14 Ocak tarihli yazımda belirtmiştim. Bu yazıda bu kişilerin hayallerinin Erdoğan’ı bir karambol sonucu devirmek, yerine geçmek ve eski güzel günlere dönmek olduğunu söylemiştim. Girişimleri aynen böyle oldu. Başbakan Erdoğan’ın Kuzey Afrika’da bulunduğu sırada ünlü televizyon kanallarında Başbakanın kimler tarafından istifaya davet edildiğini Türkiye şaşkınlıkla izledi ve “bu kadarı da olmaz” dedi. Tabii bu kişilerin bir günde tekrar gömlek değiştirecek yetenekte olduklarını Türkiye ibretle seyretti.
Türkiye’de gezi olaylarının arkasındaki bir numaralı güç bu kaypak gruplar. Karambol beklentilerinden ümitlerini kesmiş değiller. Tam tersine ümitleri daha da arttı. Gezi olayları onlara Ak Partinin gücünün sanıldığından da daha fazla tek adam Başbakan Erdoğan üzerine kurulu olduğunu ispatladı.
DİŞ GÜÇLER İSE GEZİ OLAYLARINI BEKLEMİYORLARDI.
Gezi olayları öncesinde Başbakan Erdoğan’ın dünyada müthiş bir şöhreti vardı. Batı dünyası, ABD ve Avrupa Erdoğan konusunda çelişkili duygular besliyordu. Bir yanda bu büyük Müslüman lidere hayranlık duyuyordu: İslam’ın demokrasi ve laik sosyal yapıyla bağdaşabileceğini ilk defa Erdoğan göstermişti. İslam radikalizminin dünyayı korkuttuğu bir dönemde Erdoğan Batı dünyasına radikalizme karşı güçlü bir sigorta olarak gözüküyordu. Ama Erdoğan’a duyulan hayranlığın yanında bir Erdoğan korkusu da gelişiyordu. Özellikle “one minute” çıkışından sonra Yahudi lobisi Erdoğan’dan endişe etmeye başlamıştı.
OBAMA ERDOĞAN’IN PEŞİNE TAKILDI.
Erdoğan’ın gezi olaylarından hemen önce gerçekleştirdiği Amerika seyahati tam bir başarı hikayesiydi. Kıskanç Türk medyası bu olayı gene anlamadı ve gene tersinden okudu. Erdoğan’ın Obama’yı etkilemek istediğini yazdı. Oysa gerçek bunun tam tersiydi. Obama’nın Erdoğan’a şiddetle ihtiyacı vardı. Neden?
Batı dünyası 2008’de girdiği büyük ekonomik krizin yaralarını sarmakta güçlük çekiyordu. Büyük parasal genişlemelere rağmen işsizlik özellikle genç işsizlik çığ gibi büyümüştü. Obama iktidarının son üç yılına girmişti. Kafasındaki fikir bir siyasetçi olarak başkanlık sonrası imajı ve hayatıydı. Artık elindeki tüm imkanları içeride Amerikan ekonomisi için seferber etmek niyetindeydi. Dışarıda savaşlar için harcayacak parası yoktu. Tarihe Irak bataklığı ile giren bir Bush gibi olmak istemiyordu. Suriye’ye mesafeli duruyordu. Libya olayına onu Sarkozy sürüklemişti. Ama Libya olayında Fransa’nın yanında İngiltere, Almanya, Nato, Birleşmiş Milletler’de vardı. Suriye konusu farklıydı. Obama doğrudan savaşa girmek istemiyor, parasını Amerikan ekonomisi için içeride sarf etmek istiyordu. Ama Rusya’yı ikna edemediği için Suriye’de barışı sağlayamıyor ve tarihe dış politikada Suriye savaşını kaybetmiş bir Amerikan Başkanı olarak geçme tehlikesini yaşıyordu.
Başbakan Erdoğan’ın son Amerika seyahatinde Obama ile ilişkilerini böyle okumak gerek. Tüm zekasına rağmen kurt politikacı Obama Erdoğan’a ne kadar ihtiyacı olduğunu bakışlarında saklayamamıştı.
İşte gezi olayları bu ortamda gerçekleşti. Gezi olayları Obama’yı sıkıntıya soktu. Çünkü Amerika’da geniş bir koalisyon Erdoğan’a cephe aldı. Bu koalisyon içinde samimi demokratlar, liberaller, geleneksel Türk düşmanları, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve onların güdümündeki büyük televizyon kanalları ve gazeteler vardı.
Obama yapması gerekeni yaptı. Erdoğan’la uzlaştırıcı ve dostça ikna edici bir tutum sergiledi. Çünkü Obama Suriye’de savaşı kaybetme noktasında ve durumu düzeltmek için Erdoğan’a ihtiyacı var.
AVRUPA’NIN TUTUMU NEDEN ÇOK OLUMSUZ OLDU?
Gezi olayları “derin Avrupa”da, “derin Türk düşmanlığını” tekrar devreye soktu. Neden? Avrupa toprakları üzerinde bin yıllık Türk egemenliği Roma İmparatorluğunu tarihe gömmüştü.
Avrupa’nın intikamı 1920’de Sevr Anlaşmasıyla alınacaktı. Ege’nin iki tarafında İzmir’i de içine alan bir Büyük Yunanistan kurulacaktı. İstanbul ve Çanakkale boğazları uluslararası denetimde bir Panama, Hong Kong veya Cebelitarık benzeri bir yapıya kavuşturulacaktı. Anadolu’nun doğusunda bir Büyük Ermenistan, Güney Doğusunda bir Kürdistan kurulacaktı. Türkler Orta Anadolu’ya hapsedilecek ama kendi içlerinde de Sünni Alevi çekişmesiyle zayıflatılacaktı.
Batının bunu yapacak gücü varmıydı? Vardı. Tüm Orta Doğu, Körfez ülkeleri, Irak, Suriye bu modele göre dizayn edilmiş ve cetvelle çizilmiş haritalarla belirlenmişti. Ama Batı bu planı yalnız Türkiye’de uygulayamadı. Kurtuluş Savaşının Muzaffer orduları ve onun Süvarileri Sevr anlaşmasını yırtıp attı. Düşmanı denize döktü.
Batının bu derin Türk düşmanlığı geziden çok önce başladı. Çok sık gittiğim Avrupa Parlamentosunda Batının Türk nefretini nasıl gündemde tuttuğunu hep gördüm. Ermeni, Kıbrıs, Kürt sorunu, Anadolu’nun etnik ve mezhep yapısı Avrupalıların sarıldıkları Türkiye aleyhtarı can simitleri oldu. Yıllardır yazıyorum: Erdoğan Avrupa Birliği ile doğrudan müzakereleri başlatarak büyük bir tarihi başarı kazandı. Ama gerisi neden gelmedi? Bu başarının gecesinde Erdoğan Ankara’da davul zurna ile karşılanırken Sky Türk’de katıldığım dört saatlik bir programda bundan sonra durumun zor olacağını ve Türkiye’yi bekleyen tehlikeleri altını çizerek anlattım. Türkiye’nin zaferi davul zurnayla kutlarken benim bu uyarılarım dikkate alınmadığı gibi bazı Ak Partili gençler beni telefonla arayarak “hocam bu söylediklerinize inanıyormusunuz?” dediler. 1963 yılından beri Avrupalılarla beraber yaşamış bir kişi olarak onlara dört saatte Avrupa’nın iki yüzünü nasıl anlatabilirdim? Hep tekrarlıyorum: Erdoğan büyük bir lider ama zayıf karnı Avrupa ekibi. Avrupa takımı içeride konuşurken şüphesiz başarılı ama Avrupa kamuoyu düzeyine inince yok.
Gezi olaylarında Avrupa canavarı fırsatı bulduğu için başını kaldırdı. Ama Erdoğan devreye girip bir tek Yeşilköy konuşmasıyla Ak Partinin vefakar tabanını milyonluk toplantılarla sahaya indirince Avrupa bir kez daha pes etti. Üç yıldır ambargolu olan faslı açtı.
ŞİMDİ NE OLACAK?
Gezi olayları gerçekten Türk demokrasisinin bir check-up’ı oldu. Önce ilk daire: gezi olaylarını başlatanlar. Onlarla sokakta karşılaşınca konuştum. Bir kısmı öğrenci bir kısmı yeni işe başlamış gençler. Maddi durumları iyi, iyi eğitimli, orta ve üst sınıf ailelerden geliyor. Ağaç ve yeşil sevgisi onlarda Ak Parti ve Erdoğan düşmanlığıyla birleşmiş. Anne babaları tencere çalıyorlar. Çocuklar Taksim’de buluşup geceliyorlar.
Bu grupların siyasi geleceği var mı? Yok. Bundan yirmi yıl önce basının yere göğe sığdıramadığı ÖDP Partisi kuruldu. Hala yaşıyor ama yüzde birlerde.
İkinci grup: sokakta savaşan “direnişçiler”. Polisle çatışan, barikatları kuran, arabaları yakan onlar. Ama onlar gezi olaylarından önce de vardı. 1 Mayıs’larda, İMF toplantılarında sokaklara iniyorlar. Çok kalabalık değiller.
Tehlike onların Kürt aktivistlerle birleşmesi. Bu açıdan çözüm çok önemli. Ben şahsen “akillerin” çok başarılı olduklarına inanmıyorum. İçlerinde yıllardır tanıdığım “kariyeristler” var. Bunların bir kısmı gruptan ayrıldılar ve final toplantısına katılmadılar. Bir kısmı gezi olaylarının alevlendiği ve Erdoğan’ın yurtdışında olduğu sırada onun istifasını istediler. Erdoğan bunu unutup veya görmezlikten gelip onları hoş görecek mi?
Çözüm meselesi daha başında. Erdoğan çok cesur ve gözü kara. Ama çözümde daha büyük ölçüde ve dozda hayal gücü lazım. Bu konuda daha önce yazdığım için tekrara girmek istemiyorum. (Prof.Dr.Bener Karakartal, Kürt Meselesinin Çözümü Var. Haber1.com. 29 Ağustos 2012)
CHP’ye gelince: Mayıs 68’de Fransa’da var olan SFİO gibi. Oy oranı yüzde beşlere inmişti ve parti içi franksiyonlar başarılı bir şekilde kendi aralarında birbirlerini hırpalıyorlardı.
Sonra ne oldu? Sağdan gelen bir lider solda yeni bir parti kurdu. Çelik disiplinle iktidara yürüdü. Fransa Cumhurbaşkanı seçildi. Ondört yıl Cumhurbaşkanlığı yaptı. Mayıs 68’i, komünizmi hatta bir ölçüde Sovyet’leri gömen bu lidere, Mitterand’a Fransız solcuları hayran kaldılar. Ona “Tanrı” lakabını yakıştırdılar.
CHP’nin de bir gün bir Mitterand’ı olacak mı?
PROF.DR. BENER KARAKARTAL