2014'te "Başkanlığa" girdik - Haber 1Haber 1

2014’te “Başkanlığa” girdik

09 Mart 2016 - 14:20

ABONE OL

Benzer durumlara nadiren de olsa siyaset biliminde rastlanılıyor.

1939 yılı böyle bir örnek. 1939’da resmi olarak 2. Dünya Savaşı başladı. İngiltere, Fransa bir yanda, Almanya öte yanda. Savaş resmen başladı. Resmi savaş ilanlarıyla.

Ama ne? Kimse savaşmıyordu. Resmen savaş ilan edilmişti. Seferberlik ilanı olmuş, ordular sınır boyunca yığılmış, ama ufak tefek çatışmalar dışında savaş falan yoktu. Paris’te, Londra’da, Berlin’de hayat aynen devam ediyordu. Lokantalar tıka basa dolu, konserler, tiyatrolar her zamanki programlarına devam ediyorlardı. Sınır boylarındaki milyonlarca asker can sıkıntısından kahroluyorlardı. Eğlence için kendi kendilerine müzikli müsamereler tertip ediyorlar, sahnede amatör artistler arkadaşlarının alkışları arasında yeteneklerini sergiliyorlardı.

Bu “savaşa” taraflar isimler üretmekte gecikmediler. “Tuhaf savaş”, “komik savaş” gibi. Gerçek savaş bir yıl sonra yazın başladı.

Türkiye’nin “başkanlık” arayışı da bana bunu hatırlattı. 2014 yazında biz başkanlığa girdik ama girmemiş gibi yaptık. Zirveden sokaktaki vatandaşa kadar başkanlığı tartışıp, başkanlığı arıyoruz. Elimizdeki fırsatı değerlendirmedik. Başa döndük.

2014’TE BAŞKANLIĞA NEDEN, NASIL GEÇTİK?

Anayasamız kesin bir başkanlık modeli üzerine kurulu. Bu başkanlık modelini Anayasanın 104. Maddesinde görüyoruz. Bu maddeye göre:

“Cumhurbaşkanı Devletin başıdır.”

Yetkileri:

“Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunmak”

“Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek”

“Başbakanı atamak ve istifasını kabul etmek”

“Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna Başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu Başkanlığı altında toplantıya çağırmak”

“Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar vermek,

Genelkurmay Başkanını atamak,

Milli Güvenlik Kurulunu toplantıya çağırmak,

Milli Güvenlik Kuruluna Başkanlık etmek,

Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilan etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak,

Kararnameleri imzalamak”

Bunlar müthiş bir güç veren maddeler. Bugün bir süper başkanlık olarak tanımlanan Fransız Beşinci Cumhuriyet rejimindeki Cumhurbaşkanının yetkileriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanının yetkileri tıpa tıp aynı.

Cumhurbaşkanının “sorumsuzluğu” mu? Fransa Cumhurbaşkanı da aynı Türkiye’de olduğu gibi Anayasal açıdan sorumsuzdur. Ama bu gücünün azaldığı anlamına gelmez.

Yukarıda görüldüğü üzere Başbakan’ı atamak, görevden almak, gerekirse tüm Bakanlar Kurulu toplantılarına Başkanlık etmek Cumhurbaşkanına Anayasanın tanıdığı yetkilerdir.

2014 NEDEN BİR FARK OLUŞTURDU?

Aynı yetkiler 2014 öncesinde de vardı. Ama müthiş bir fark ile.

2014 öncesinde “patron” Başbakan’dı. Neden? Başbakan bir parti Genel Başkanı olarak seçimlere katılıyordu. Seçimleri kazandığı taktirde çoğunluk partisinin lideri olarak Meclis’te kimin Cumhurbaşkanı olacağına fiili olarak karar veriyordu.

Cumhurbaşkanı Meclis’te seçiliyordu. Kim olacağına çoğunluk partisi lideri karar veriyordu.

Cumhurbaşkanı bu süreçte Başbakan’a “borçlu” kalıyordu. İktidar partisi bunu gerektiğinde hatırlatıyordu.

Bir örnek mi? Cumhurbaşkanı Sezer Anayasayı Başbakan Ecevit’e fırlatıyor. Başbakan yardımcısı Özkan Cumhurbaşkanına hatırlatıyor: “seni biz seçtik” diyor. Yani seni bu koltuğa biz getirttik diyor.

2014 öncesi Türkiye’de tüm Cumhurbaşkanları kendilerini Cumhurbaşkanı seçtiren Başbakanlarla benzer çatışmaları yaşadılar. Özal ile Mesut Yılmaz, Demirel ile Çiller örneklerinde olduğu gibi.

2014’TE DEĞİŞEN NE?

2014’te Cumhurbaşkanı Türkiye tarihinde ilk kez doğrudan halkoyuyla seçildi. Tek başına oyların yüzde elli ikisini aldı.

İktidar partisinin tüm Milletvekillerinin aldıkları oyların toplamından fazla. Herhangi bir Milletvekilinin aldığı oydan yüzlerce kez fazla.

Cumhurbaşkanını Milli İrade doğrudan göreve getirdi. Onun tek “borcu” Milli İradeye karşı. Onu Meclis seçmiyor. Ama Anayasa Cumhurbaşkanına gerektiğinde Meclisi yenilemek, seçimleri yenilemek hakkı veriyor.

Aynı şekilde Anayasa Cumhurbaşkanına Başbakanı seçmek, göreve getirmek, görevden almak yetkisini veriyor.

Aynı şekilde Anayasa Cumhurbaşkanına tüm Bakanlar Kurulu toplantılarına Başkanlık etmek yetkisini de veriyor.

Türkiye 2014 yazında Anayasal açıdan da, fiili olarak da Başkanlık sistemine geçti.

Ama geçmemiş gibi yapıldı. Bir küçük kıyamet koptu.

NEDEN?

İki açıdan Türkiye’nin Başkanlık sistemine Anayasal ve fiili olarak geçmiş olması adeta reddedildi.

Birinci açı: tecrübesizlik. Türkiye ilk defa bir Cumhurbaşkanının müthiş yetkilerle doğrudan halkoyuyla seçilmesi durumunu yaşıyordu. Kamuoyu bu duruma hazırlıklı değildi. Cumhurbaşkanını eski dönem Cumhurbaşkanları gibi düşünüyordu.

Oysa durum tam tersiydi. Milli İrade tek başına yüzde elli iki oyu tek bir kişiye, Cumhurbaşkanına vermişti. Başbakanın kim olacağına karar verme yetkisi tek başına Milli İradenin seçtiği Cumhurbaşkanındaydı. Bakanlar Kuruluna Başkanlık etmek Cumhurbaşkanına verilmişti.

Türkiye bu duruma alışık değildi. Muhalefet te bu durumu fevkalade “profesyonelce” değerlendirdi. Müthiş bir baskı ve beceriyle “Cumhurbaşkanına işlere karışma” stratejisi uyguladı.

Bu iktidar açısından çok tehlikeli bir durumdu. Başbakan bu tuzağa düşseydi zirvede çok tehlikeli bir zıtlaşma durumu ortaya çıkabilirdi.

Şimdi durum değişiyor gibi. Türkiye yeni duruma alışıyor gibi. Ama vakit mi kaybettik? Eğer 2014’te yakaladığımız fırsatı iyi kavrayabilseydik iki başlılıktan yakınmaz, başkanlık sistemi arayışına girmezdik.

Bu vakit kaybı yüzünden başa döndük. Türkiye başkanlık sistemini arıyor.

PROF. DR. BENER KARAKARTAL

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.