Avrupa batıyor mu? - Haber 1Haber 1

Avrupa batıyor mu?

31 Ekim 2011 - 9:16

ABONE OL

Işıklandırılmış yüzbinlerce kristal parçası üzerinde adeta kayıyoruz.

Bulutsuz bir gecede Avrupa üzerinde uçarken doyumsuz bir keyif. Her seferinde aynı heyecanı veriyor.

Dünyanın en zengin kıtası üzerinde gece uçuşunda görünen manzara bu.

Bu Avrupa batan, çöken Avrupa mı?

Türk televizyonlarında bir çoğu akademik unvan da taşıyan yorumculara bakıyorum. Kusura bakmasınlar seyircileri yanıltıyorlar. Onların anlattıkları Avrupa gerçek Avrupa değil.

AVRUPA’NIN İKİ YÜZÜ

Avrupa’nın iki yüzü var. Birincisi: Avrupa dünyanın en zengin kıtası. Bilmeyenlere hatırlatalım: Avrupa’nın milli geliri ABD’nin önünde gidiyor.

Detaylara inelim. Avrupa dünyada estetik ve modanın merkezi. Paris, Roma, Milano dünyanın giyim kuşamını belirliyor.
Avrupa turizmde bir numara. Londra, Paris, Frankfurt havaalanları dünyanın en büyükleri. Dünyanın en büyük, en görkemli, en pahalı saray otelleri en üst sayıda Avrupa’da. Odalarında da doluluk oranı yer bulmaya imkan vermiyor.

Bilimde Avrupa zirvede yer alıyor. Son iki yüz yıldaki bilimsel buluşların neredeyse tamamı Avrupa kökenli. Avrupa bugün Arıane füzeleri ile uzaya en fazla uyduyu gönderiyor. Türk televizyonlarının tümünün görüntüleri evlerimize Avrupa uydularıyla geliyor. Son olarak Rusya’da Soyuz uydularını Avrupa füzeleri ile fırlatmaya başladı.
Sesten hızlı uçan sivil yolcu uçaklarını bugüne kadar yalnız Avrupa yapabildi. Dünyada tümü iki katlı en büyük yolcu uçağı gene Avrupa imzasını taşıyor. Avrupa yapımı Airbus uçakları dünyada satış rekoru kırıyor.

Dünyanın en hızlı trenleri Avrupa’da. Avrupa’yı bir örümcek ağı gibi sarıyor. Dünyanın en gelişmiş ve en karmaşık metro ve ekspres metroları gene Avrupa’da.

Ya Avrupa otomobilleri? Rolls royce, Jaguar, BMW, Mercedes, Porsche, Alfa Romeo, Opel, Fiat, Renault, Citroen, Peugeot… dünyada insanların rüyalarına giren neredeyse tüm otomobil markaları Avrupalı.

Nükleer enerjide Avrupa lider. Yeni jenerasyon nükleer santral yapan dünyanın en büyük şirketi Avrupalı. Tıpta ilaç sanayiinde ve aşı sektöründe Avrupa gene lider.

Dünyanın en büyük müteahhitlik şirketleri Avrupa’da.

Avrupa bankaları Avrupalıların tasarruf ettikleri paralarla tıka basa dolu.

Avrupa’nın milli yıllık geliri ABD’nin önünde. Avrupa parası Euro Dolar’dan daha değerli.

AVRUPA BATIYOR MU?

2500 yaşındaki Avrupa birçok kez battı. Ama küllerinden doğmayı da becerdi. Yalnız 20. Yüzyıla bakalım. İki dünya savaşını da Avrupa çıkarttı. Birincisinde on yedi milyon insan öldü. İkincisinde yetmiş milyon. Avrupa’da özellikle erkek nüfusu büyük darbe yedi. 1945 yılında Avrupa’da manzara: savaşı kazanan İngiltere ve Fransa’da halk aç. Ekmek karneye bağlanmış. Savaşı kaybeden Almanya: baştan başa yakılmış ve yıkılmış. Avrupa’da iki ordu sokaklarda dolaşıyor: Amerikan ve Sovyet ordusu.
Bu da Avrupa’nın ikinci diğer yüzü.

AVRUPA BİRLİĞİNİN İÇİNDE BULUNDUĞU SIKINTILARIN NEDENİ NE?

1945 yılında sıfırı tüketen Avrupa otuz yıl sonra dünyanın en zengin kıtası olmayı nasıl başardı?

Avrupa krizden Avrupa Birliği sayesinde çıktı. Ama Avrupa Birliğini anlamak için yakından bakmak gerekiyor.

AVRUPA BİRLİĞİNİN ANATOMİSİ

Avrupa Birliği hep rotasının dışında bir gelişme gösterdi. Bu rotada bazen sağa bazen sola yalpaladı. Ama hep ayakta kaldı.

Birinci aşama: yıl 1945. Avrupa ekonomik bakımdan sıfır noktasında. Avrupalılar bir kez daha birbirlerini öldürmüşler. Sefalet ve açlık sınırındalar. Birbirlerinden nefret ediyorlar. Bu aşamada Fransız Katolikleri ve Alman Hristiyan Demokratları “bir daha Avrupa’da savaş olmasın” diyerek Avrupa Birliği projesini geliştiriyorlar. 1957 yılında antlaşma Roma’da imzalanıyor.

İkinci aşama: 1958 yılında General De Gaulle Fransa’da Cumhurbaşkanı oluyor. Kendisinin kurduğu Fransa’da Beşinci Cumhuriyet ve maddelerini bizzat kaleme aldığı Başkanlık sistemi ona çok geniş yetkiler veriyor.

De Gaulle bir vizyon adamı. Avrupa Birliği projesini ele alıyor ve kendine göre yeniden şekillendiriyor. Bunun için Federal Almanya’nın Şansölyesi Konrad Adenauer ile çok sıkı bir iş birliği kuruyor.

De Gaulle’ün Avrupa projesinin “mutlaka”ları ile “asla”ları var.

Önce “mutlaka”lar: De Gaulle Avrupa Birliğine en geniş pencereden bakıyor. Avrupa geçmişteki büyüklüğünü yakalamalı. Teorisi: “Atlantik’den Urallar’a” “Avrupalılara ait bir Avrupa”. Tercümesi: Avrupa’dan Amerikalılar çıkmalı. Doğu’da da Sovyetler Birliği çökmeli ve Rusya Avrupa’dan çıkarılmalı. Bu sınırlar içindeki Avrupa teknolojide, ekonomide, mali sistemde dünyada lider kıta olmalı.

De Gaulle’ün “asla”larına gelince: İngiltere asla Avrupa Birliğine üye yapılmamalı. De Gaulle’e göre İngiltere Amerikanın bir uzantısı ve Avrupa Birliğine girerse bağımsız Avrupa bir hayal olacak.

De Gaulle Avrupa’yı bu raylar üzerine soktu, ama 1969’da Cumhurbaşkanlığından istifa etti. İngiltere fırsattan yararlandı Avrupa Birliğine üye oldu.

DE GAULLE SONRASI AVRUPA’DA FARKLI GELİŞMELER

De Gaulle’ün süper otoriter gölgesi Avrupa’dan kalkınca Avrupa Birliğinde bir gevşeme oluyor. İngiltere kendi nüfus sahasındaki Kuzey Avrupa ülkelerini Avrupa Birliğine üye yapıyor. Fransızlar buna misilleme olarak Güney Avrupa’da Yunanistan, İspanya ve Portekiz’i Avrupa Birliğine alıyorlar. Almanya’nın cevabı gecikmiyor. Doğu Avrupa ve Balkan ülkeleri AB’ye üye oluyorlar.

KAOTİK BİR YAPI

Avrupa Birliği altı iken sonra dokuz, sonra on iki, sonra on beş, sonra yirmi yedi üyeye geçiyor. Yönetim yapısı tam bir kaosu andırıyor. Bir yanda içinde her türlü eğilimi barındıran bir “Nuhun gemisi” Avrupa Parlamentosu. Bu parlamentonun ne istediğini anlamak her zaman kolay değil.

Bir örnek: Yunanlı milletvekillerinin tek istekleri Kıbrıs konusunda Türkiye’den intikam almak. Bunun için her fırsattan yararlanarak Türkiye’de ki kürt meselesini tahrik ediyorlar. Sık sık kürt kökenli Türkleri Strasburg’a davet ederek eylem yaptırıyorlar.

Avrupa parlamentosunun yüksek maaşlı milletvekilleri de Avrupa sarayında çalışıyorlar ve sahip olmadıkları yasal yetkileri telafi etmek için kürsüde radikalleşiyorlar.

Avrupa Birliğinin ikinci kurumu Bürüksel’de çalışan “Komisyon”. ABD’de merkezi hükümet bütçenin yüzde on beşine sahiptir. Avrupa Komisyonu ise bunun onda biri bir bütçeye sahip. Bu paranın yarısı da on beş dilin konuşulduğu kurumdaki tercümanlara ve memurlara gidiyor. Geri kalan para Avrupa’nın az gelişmiş bölgelerine yardım olarak harcanıyor. Yunanistan, İspanya ve Portekiz bu fonlardan cömertçe faydalandılar. Ama Komisyonun siyasi ağırlığı yok. Üye ülke hükümetleri tarafından tayin edilen on beş “Komiser” gerçekte kendi hükümetlerinden direktif aldıkları için Komisyon hiçbir zaman hükümetler üstü bir otoriteye sahip olamadı. “Havasının ötesinde” fiili ağırlığı olmadı.

AB’de güç nerede? Güç, üye hükümetlerde. Üye hükümetlerden iki tanesi, iki kurucu üye, Fransa ve Almanya zaten Avrupa’nın milli gelirinin neredeyse yarısına sahip. Gücü üçüncü bir ülkeyle hiçbir zaman paylaşmadılar. Bu nedenle Avrupa Birliğinde ne ortak bir dış politika ne ortak bir mali ve bütçe politikası oluşturulamadı.

EURO’NUN DOĞUŞU BİR KAZA

Euro’nun doğuşuna Avrupalılarda çok şaşırdı. Bu erken doğan bir çocuktu. Avrupa Birliğinde ortak bir ekonomi politikası yoktu. Komisyon kendisine gönderilen istatistikler üzerine yorum yapıyordu. Daha sonra Yunanistan örneğinde anlaşıldı ki bu istatistikler hileliydi. Amaç Birlikten para sızdırmaktı.

Euro’nun doğuşu zaten kaosu azaltmamış, çoğaltmıştı. Euro 1999’da kuruldu. On bir üye ülke Euro’ya katıldı. 2011’de AB’nin yirmi yedi üyesi olmasına karşılık Euro’yu on yedi üye ülke kullanıyor. Toplantılar nasıl yapılacaktı? Euro konusunda ki kararlara Euro’ya üye olmayan İngiltere’de katılıyordu. Kaos zirveye vuruyor.

KRİZ KAOSTAN DOĞDU

Bu ortamda Avrupa’nın kendisi geldiği noktanın bir felakete doğru gittiğini anlamakta geç kaldı. Üye ülkelerden kimisi Almanya gibi çok çalışıyor, çok tasarruf ediyordu. Buna karşılık Yunanistan çalışmadan bol keseden harcıyor, sahip olmadığı gücü zengin ülkelerin bütçelerinden ve bankalarından sağlıyordu. Borcu ödenemez duruma gelince Avrupa Birliğinde kriz ortaya çıktı. Bu bir güven kriziydi.

Aynı para birimi içinde yaşayan ülkelerin dünyaya farklı bakış açıları Avrupalıları neredeyse psikolojik bunalıma sürükledi. Alman ve Fransız seçmeni yıllardır Yunanlıları finanse ettiklerini anladılar ve hükümetlerine karşı şiddetle tepki gösterdiler. Ayrıca Yunanistan hovardalıkta yalnızda değildi. İspanya, Portekiz ve bir ölçüde İtalya benzer ortama sürüklenmek üzereydi.

AVRUPA BU KRİZDEN ÇIKABİLİR Mİ?

Avrupa’nın içinde bulunduğu kriz 2500 yıldır yaşadıklarıyla karşılaştırılırsa önemsiz bile sayılabilir. Sonuçta Avrupa zekasıyla hep pratik çözümler üretmiştir. Örneğin: ortak bir dış politikası olmamasına rağmen kuralları zorlayarak Avrupalı ülkeler dünya politikasında belirleyici olabiliyorlar. Son Libya olayında büyük ölçüde iç politik nedenlerden dolayı Kaddafi’yi devirmek kararını alan Sarkozy İngiltere’yi de peşine takarak, Amerikalılarla anlaşıp, Birleşmiş Milletleri ve NATO’yu kullanarak amacına ulaştı. Bu duruma AB’nin diğer ülkeleri seyirci kaldı ve durumu sonradan onayladı.

Euro’nun krizi de benzer senaryoları gündeme getiriyor. Kamuoyu araştırmalarında çok güç durumda olan Sarkozy iç politik nedenlerle durumu abartıyor. 2012’de Cumhurbaşkanı seçilebilmek için durumu dramatize ediyor. Sonuçta beş yüz milyon nüfuslu AB’de on milyon nüfuslu Yunanistan’ın ağırlığı nedir ki? Tüm Yunanistan’ın milli geliri TOTAL ve Carrefour gibi iki Fransız şirketinin yıllık cirosundan daha az.

Merkel Alman seçmeninin tepkisi sonucunda bütçe imkanlarını daha fazla seferber etmek istemiyor. Sarkozy’nin ısrarıyla çözüm yolu olarak Avrupa Merkez Bankası ve İMF gösterildi. Sarkozy şahsen fon bulmak görevini üzerine aldı ve bunun için Çin Hükümetine başvurdu. Çin’in rezervleri 3.2 trilyon dolar. Bunun sadece dörtte biri Euro cinsinden. Sarkozy Çin’den dolar rezervlerinin yüz milyarlık kısmının Euro’ya çevrilmesini talep ediyor. Çin köşeye sıkışmış durumda. Çünkü en büyük müşterisi Avrupa. Sarkozy Brüksel’den döner dönmez Fransız televizyonlarının ortak programına çıkarak “dün felaketten döndük. Eğer Yunanistan’ı kurtarmasaydık tüm Avrupa dolayısıyla dünya felakete sürüklenecekti.” diyor. Perspektifte 2012 Fransa’da Başkanlık seçimi var.


AVRUPANIN GELECEĞİ

Tablo: Avrupa yaşlanıyor doğru. Yükselen ekonomiler ve küresel rekabet Avrupa ekonomilerini zorluyor doğru. Ama Avrupa şu anda ABD’nin önünde dünyada bir numara. Milli geliriyle ABD’nin önünde, Euro’nun değeri ile Dolar’ın önünde. Teknolojide, uzayda, havacılık sanayiinde, nükleerde ipi göğüslüyor. Bir çok konuda şirketleri dünya lideri. Bankaları para dolu. Halkı tasarruf şampiyonu.

Avrupa 2500 yıldır birikim ve zekasıyla bütün krizleri aşmayı bildi. Bugünkü olağan üstü güç ve imkanlarıyla yeni krizini aşması zor gözükmüyor.

Avrupa’nın sorunu nerede? Avrupa geleceğinin doğum sancılarını çekiyor.

AVRUPA’NIN GELECEĞİ

Üç tez çarpışıyor. Birinci tez Fransa’daki milliyetçilerin tezi. Bu tez: “Avrupa’dan ve Euro’dan çıkalım ve eski milli sınırlarımıza ve politikalarımıza dönelim. Milli paramızın değerini savunmak için devalüasyon silahımızı elimizde tutalım. Sınırlarda korumacılık tedbirlerine geri dönelim.” İngiltere’de de benzer eğilimler hızla gelişiyor.

İkinci tez: “Avrupa Birliği devam etsin ama Brüksel’de ki teknokratlar ve liberal görüş bizi esir almasın. Komisyonun yetkileri daha azaltılsın. Avrupa Birliği sosyal politikalara önem versin. Vahşi kapitalizmin yıkıcı etkilerine ve küreselleşmenin aşırılıklarına karşı bariyerler kurulsun.” Bu sol görüş.
Üçüncü tez: “daha çok Avrupa. Daha az milli devlet. Daha güçlü Komisyon”. Bu da Liberallerin, Hristiyan Demokratların ve Merkez Partilerinin görüşü.

Hangi görüş kazanacak? Muhtemelen hiç biri tam olarak değil. Avrupa sorunlarına geçmişte olduğu gibi çözüm ürete ürete yoluna devam edecek. Bir tarafında ABD, öbür tarafında Çin, Japonya ve Hindistan, bir tarafında kendi iç çelişkileri sorunlarını aşa aşa yoluna devam edecek.

TÜRKİYE NE YAPABİLİR?

Türkiye’de güçlü bir lider ve istikrarlı bir tek parti hükümeti var. Son dokuz yılda bunun faydasını gördük. Zenginleştik. Ama ne kadar? Avrupa’nın güçlü ülkelerinin üçte, dörtte biri kadarız. Hollanda’yı daha yeni yakalıyoruz. Eksik olan ne? Şirketlerimiz daha çok ufak. Daha çok zenginleşmek zorundayız. Daha yolun epey başındayız.

Televizyonlarda Avrupa bitti diye konuşanlara bu yazımızı okumalarını öneriyoruz. Şu anda Türkiye’de milli görev istikrarlı hükümete yardımcı olmak. Şirketlerin büyümesine çalışmak.

Sivil Toplum Kuruluşlarına büyük görevler düşüyor. Şahsi ikbal düşünmeden, medyatik şovlardan, günü birlik yüzeysel verim vermeyen dış gezilerden kaçınarak derinlemesine icraatta bulunmak. Sivil Toplum Kuruluşları iktidarın önünü açmalı. Maalesef bugün bunu başaramıyorlar.

Türkiye’de eksik olan daha güçlü iktidar. Niçin? Daha zengin şirketler, daha zengin bir Türkiye için.

Bunu yapabildiğimiz takdirde kendi kaotik dünyasında düşe kalka ilerleyen ama zenginlikte hala dünyada bir numara olan Avrupa içinde bilek güreşine tutuşabiliriz.

Yeni Anayasa ve güçlü bir başkanlık sistemi Türkiye’nin gücüne güç katacaktır.

Ama iktidarın güçlenmemesi için tarlaya mayın döşeyen çok.

Yeni Anayasa yaparken esas hedeften şaşıp teferruat içinde kaybolmak elimizdeki tarihi fırsatın heba olması sonucunu verebilir.

PROF. DR. BENER KARAKARTAL

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.