Rahmi Koç ile bir akşam yemeği - Haber 1Haber 1

Rahmi Koç ile bir akşam yemeği

01 Mart 2013 - 21:06

ABONE OL

Türkiye’de üç isim yan yana tek isim gibi telaffuz edilir: “Eczacıbaşı, Koç, Sabancı…” Peki bu üç dahi liderler, ülkemizdeki demokrasi ve kapitalizmin kurulmasında ne denli etkili oldu?

İstanbul Üniversitesi. Sabahın erken saatleri. Rektörlük Uluslararası İlişkiler makam odamda telefonum çalıyor. Arayan Paris. Konuşan gergin bir hanım. “Profesör Karakartal bugünkü programınızı değiştiriyoruz. Akşam yemeğini Bay Ramikoz’un evinde yiyeceksiniz. Kendisini tanıyor musunuz?” Cevabım: “Adını hiç duymadım.” “O zaman telefonu not edin. Acilen sizden telefon bekliyor.” Verilen numarayı arıyorum. “Bay Ramikoz ile konuşabilir miyim?” Karşımdaki hanım kahkahayı patlatıyor: ” Öyle birisini tanımıyorum. Ama isterseniz sizi Rahmi Koç beyle konuşturabilirim.”

Rahmi Koç bey bana “sizi ve misafirlerinizi bu akşam yemeğine bekliyoruz” diyor. Stres içine giriyorum. Fransa’da kıyasıya bir Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası var. İki aday çarpışıyor. İkinci aday Francois Mitterand. Birinci aday Profesör Raymond Barre. Kamuoyu araştırmaları onu beş puan önde gösteriyor. Paris Uluslararası İlişkilerde Profesör Raymond Barre ile Başbakan olmadan önce beraber ders veriyorduk. Başbakan olduktan sonra Cumhurbaşkanlığı kampanyasının inanılmaz ritmine rağmen beni kırmıyor. İkinci kez gene bir haftalığına Türkiye’ye davetlim olarak geliyor. Barre’ın Cumhurbaşkanlığı kampanyasını yürüten ekibinde, ikinci Türkiye seyahati nedeniyle kıyamet kopuyor. “Olmaz” diyorlar. Raymond Barre sempatik ama çok otoriter bir kişiliğe sahip. “Dostum Karakartal ile İstanbul’da ikinci kez buluşacağız. Bu bize ikinci kez Başbakan Özal’la görüşme imkanı verecek.”

Kampanya ekibi şartlarını koşuyor. Özel uçak, elli kilometreyi aşan yolculuklar içinde helikopter. Türkiye programının detaylarını kendileri onaylayacaklar. Sponsorum, vefat edinceye kadar dostum olan rahmetli Sakıp Sabancı. Onun da program konusunda adeta matematik titizliğini biliyorum. Günler öncesinden milimetrik bir organizasyon yapıyoruz. Profesör Barre’ın hareketinden önce Paris havaalanında grev başlıyor. Haberi öğle uykusunda olan Sakıp Sabancı’ya iletiyorum. Bana “hocam sizi 10 dakika sonra arayayım” diyor. Ve arıyor da… “Raymond Barre ve ekibine Paris-Cenevre hızlı treninde yerlerini ayırttım. Cenevre havaalanında ortağım Philip Morris’in uçağı hazır bekliyor. Philip Morris’in adamları Barre ve ekibini Cenevre garında karşılayıp havaalanına getirecekler.” İşte Sakıp Sabancı bu.

Paris’ten bana Rahmi Koç beyin akşam yemeği konusunda ültimaton gibi telefonun geldiği günün programı da çok önceden planlanmış. Özel uçakla sabahleyin İzmir’e hareket. İzmir’den askeri helikopterle Kuşadası’na gidiş ve öğle yemeği. İzmir’den Ankara’ya hareket ve Başbakanlık konutunda Başbakan Özal’la buluşma. Akşam yemeği için İstanbul’a Atlı Köşk’e dönüş.

İşte bugünün sabahında Paris’ten gelen telefon herşeyi değiştiriyor. “Akşam yemeğini Ramikoz’da yiyeceksiniz.” Hayır dememe imkan yok. Ama Sakıp Bey’e durumu nasıl açıklayacağım? Onun emri vakilerden nefret ettiğini biliyorum. İçimden Rahmi Koç beyin Paris’te ne kadar gücü varmış diyorum.

Telefonda Rahmi Koç beyle konuşmaya devam ediyorum. “Ankara dönüşü Yeşilköy’den sizi aldıracağım. Saat kaçta İstanbul’a dönüyorsunuz?” Ben, “Sakıp beyin arabası bizi Yeşilköy’de bekleyecek. Biz size geliriz” diyorum ve adresini soruyorum. ” Siz sahil yolundan Atlı Köşk istikametine gidin biz sizi buluruz” diyor. Hikayenin gerisi adeta bir James Bond hikayesi gibi. Sakıp bey program değişikliğine çok sinirleniyor. “Hocam günler öncesinde yapılan program böyle değişmez ki.” “Yapacak bir şey yok” diyorum. Kortejimiz Ortaköy’ü geçiyor. Emirgan istikametinde ilerliyoruz. Rumeli Hisarının neredeyse denizle birleştiği noktada Sabancı’nın limuzin Kadillak arabası durdurulup tüm kapılar aynı anda açılıyor. Kadillak limuzinde Barre ve eşi, Sakıp bey ve ben varım. Kapılar aynı anda açılınca hepimizin yüzünde bir endişe: bu bir suikast mı? Ama karşılayanlar Koç Holdingin sorumluları. Müthiş bir organizasyon. Arabanın hemen yanında denizde Rahmi Koç beyin teknesi bekliyor. Kendimizi çalkantılı bir boğazda, teknede buluyoruz. Karşı sahildeki yalısında Rahmi Koç bey ve oğlu Ali Koç bey bizi karşılıyorlar.

TÜSİAD’IN ZOR GÜNLERİ

TÜSİAD, dahi liderlerinin sayesinde Türkiye’de demokrasiyi ve kapitalizmi kurdu. Başlangıçtaki şartlar inanılmaz zordu. Türkiye’de sermaye yoktu. Özel sektör neredeyse yoktu. TÜSİAD’ın patronlarının bir kısmı işçilikten geliyordu. Fakir ailelerin çocuklarıydı.

TGRT’de 2000 yılında yayınlanan “Sakıp Ağa İle Başbaşa” programımdan bir alıntı: Sakıp Sabancı anlatıyor. “Pamuk toplamak için babam bizi güneş doğmadan tarlaya götürürdü. Annem, çocuklar biraz daha uyusun diye itiraz ederdi. Çok çalıştık. Nihayet bir gün artık bir işçi alacak duruma geldik. Ailede büyük bir heyecan. Annem günler öncesinden yemek hazırlamaya başladı. Yıllar sonra Amerikan Cumhurbaşkanını evimde ağırladım. Ama o işçiyi yemeğe aldığımız gece kadar heyecanlanmadım.”

TÜSİAD’ın kurucu liderleri sıfırdan başlamışlardı. Öldüklerinde geriye yıllık cirosu on milyar doları aşan holdingler bırakmışlardı. TGRT’deki programımda gene Sakıp Sabancı konuşuyor. “Kayseri’den Adana’ya geldik. İşler biraz büyümüştü. Turgut Özal’ı işe aldık. Özal, bizi Adana’dan İstanbul’a gitmeye ikna etti. Karaköy’de üç katlı bir bina tutmuş. Ne yapacaksın bu kadar koca binayı dedim. Cevap verdi: bir katta siz kardeşlerle oturursunuz bir katta da ben memurlarımla.”

Sakıp Sabancı öldüğünde geriye otuz beş katlı iki gökdelen bıraktı. Holdingin merkez binaları için: “Hocam bunlar göğe kalkmış dua eden iki el gibi. İstanbul’da bir benzerleri yok. Camları da mavi. Göreceksin. Örnek alacaklar. Bütün çevresi mavi renkli camları olan gökdelenlerle dolacak.”

Bugünkü TÜSİAD’ın hep hatırlaması gereken bir gerçek: iki kutuplu dünyada komünizm Türkiye’de kapitalizmin gelişmesini istemiyordu. Karanlıklarda hayat bulan derin devlette, Türkiye’de demokrasinin gelişmesini istemiyordu. Fabrikalar işgal ediliyor, patronlar, siyasetçiler öldürülüyordu. TÜSİAD’ı kuran dahi liderler, Türkiye’de hem demokrasinin, hem kapitalizmin kurulmasına imkan sağladılar. Bunların en ünlüleri Nejat F. Eczacıbaşı ve Sakıp Sabancı kendiliklerinden bu zor yıllarda benim Uluslararası faaliyetlerimin sponsoru oldular. Bu dönemin şahidiyim.

ECZACIBAŞI VE SABANCI’LI YILLAR

Önce Nejat F. Eczacıbaşı’nın sonra Sakıp Sabancı’nın adeta kendiliklerinden sponsorum olmalarını vizyonu kıt olan kişilerin anlaması imkansız. Sonuçta ikisi de sıfırdan başlamış, elleri çok sıkı olan iş adamlarıydı. Parayı harcarken ikisi de kuruşlarına dikkat ediyorlardı. Bu ikisi de Uluslararası faaliyet için genç bir öğretim üyesine neden destek oldular?

1980’li yılların başı. Telefonla bir davet alıyorum. Rahmetli Eczacıbaşı şimdi Kanyon Alışveriş Merkezinin yerinde bulunan mütevazi holding binasına beni davet ediyor. Önce makam odasında biraz sohbet ediyoruz. Sonra üst kattaki mütevazi lokantada baş başa yemek yiyoruz. Benim Uluslararası faaliyetlerime cömertçe sponsorum olmayı teklif ediyor. Gülümseyerek “şartım, misafirlerinizi evimde de akşam yemeklerinde ağırlamak” diye ekliyor.

Nejat bey Türkiye’ye ilacı, hijyeni, kaliteyi, klasik müziği, festivalleri öğreten bir efsane. O devirde onunla karşılaşmak büyük heyecan veriyor. Üç isim Türkiye’de yan yana tek isim gibi telaffuz ediliyor: “Eczacıbaşı, Koç, Sabancı.”

Levent’te holding merkezinde Eczacıbaşı ile yenilen bu yemek sonucunda uzun yıllar sürecek bir dostluk başlıyor. Eczacıbaşı’nın köşkünde sayısız ünlü yabancı politikacı, bilim adamı ve iş adamını yan yana getirebiliyorum. Aynı masada Alman, Amerikan, Fransızları ağırlayabiliyorum. Aynı anda zirvedeki iki Fransız’ı, bir Cumhurbaşkanı adayı ve bir Başbakanı misafir edebiliyoruz. O zamanlar Türkiye’ye şimdiki gibi özel uçaklarda dünyayı yönetenler gelmiyordu. Bunlar bir ilkti. Bu yüzden böyle bir seyahat gazetelerde manşet oluyordu. Lider iş adamlarının tırnaklarıyla kazandıkları paralar, Türkiye’ye uluslararası planda prestij kazandırıyordu.

1986 yılında Sakıp Sabancı ile başlayan dostluğum ölümüne kadar sürdü. Onun davetiyle TÜSİAD’ın toplantılarına katıldım. Onun evinde sayısız misafir ağırladım. Onunla yurt dışında çok önemli seyahatlerim oldu. Avrupa Birliği ile doğrudan müzakerelerin başlamasında Sakıp Sabancı’nın doğrudan katkısı olduğunu Türkiye’de çok kimse bilmiyor.

AB İLE DOĞRUDAN MÜZAKERELERİN BAŞLAMASINDA SABANCI BELİRLEYİCİ OLDU

Yıl 1986. Özal Başbakan. Türkiye’de dış politika bir istiridye gibi kapağına kapanmış. Türkiye ekonomide ve siyasette kendi sınırları içinde yaşıyor. Avrupa ile ilişkiler neredeyse sıfırlanmış. 1986 Haziran’ın da Fransa Başbakanı Profesör Raymond Barre davetimle Türkiye’ye geliyor. Öğle yemeğinde Ankara’da Başbakanlık konutunda Başbakan Özal ile baş başayız. Barre yalnız uluslararası çapta çok ünlü bir ekonomist ve Fransa Başbakanı değil aynı zamanda Avrupa Birliğinin kuruluşunda birinci planda etkisi olan, AB’de son derece güçlü bir devlet adamı. Başbakan Özal’a: “Hiç vakit kaybetmeyin. Hemen Avrupa Birliği ile doğrudan müzakereler için bir mektup yazın. Ben destekleyeceğim” diyor. Yıl 1987. Barre’ın benim davetimle Türkiye’ye tekrar gelişi. Özal ile ikinci buluşma. AB konusu tekrar gündemde. Özal direktif veriyor. AB’ye doğrudan müzakere mektubu yazılıyor. Özal ulusa sesleniyor: “AB ile uzun ince yol başladı” diyor. Bu olayların arkasındaki şahsiyet Sakıp Sabancı. Parasıyla bu ziyaretlerin gerçekleşmesine imkan tanıyor.

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.