Küresel güç olmanın yolu, bölgesel birlikteliklerden geçiyor. Makedonya/Üsküp’e gerçekleştirdiğimiz ziyaret bizlere, bu topraklarda yaşayan insanlarla yapılabilecek pek çok işbirliği alanları olduğunu gösterdi.
Dünya’da garip bir şekilde para çoğalıyor, daha garibi bu paranın kimseye faydası yok. Öte yandan yatırım alanları genişliyor ama bir çok ülkede ekonomiler daralıyor, en kötüsü istihdam tüm liderler için kabus olmaya başladı. Ekonomisi bozulan veya sorunlarla baş edemeyen soluğu Türkiye’de alıyor. Her bir yöntemi deniyor, her kapıyı çalıyorlar. “Madem rol modelsiniz, madem bu işi biliyorsunuz, bize de bir yol açın, bir yol gösterin, gelin anlatın” diyorlar…
Son zamanlarda işi, gücü iyice boşladım. Nefes nefese bir yaşamın içindeyim. Bir taraftan Mısır’daki yatırım fırsatlarını; Mısır ile Türkiye arasında olası ticari imkanları il il anlatıp farkındalık yaratmaya ve Mısır’dan gelen kıymetli devlet büyüklerine ev sahipliği yapmaya çalışıyorum. Diğer taraftan, üniversitelere girişimci olmanın güzelliklerini anlatmak için il il dolaşmaya devam ediyorum.
Uluslararası kongrelere gitmelerin sonu gelmiyor, her ay neredeyse iki ülkeye konuşmacı olarak gidiyorum. Kısacası; bana düşeni yapıyorum ama tanıdığım birçok kişi de tıpkı benim gibi beklentisiz koşturuyor. Biliyoruz ki; bu görev hepimize düşüyor.
MAKEDONYA / ÜSKÜP
Geçtiğimiz günlerde DEİK İş Konsey Başkanları olarak Makedonya/Üsküp’e gittik. 2 milyon nüfuslu bu eski Osmanlı topraklarına gidişimizin sebebi, ülkenin sunduğu imkanlara girişimci gözüyle bakmak, varsa mevcut fırsatları iki ülkenin iş dünyasına aktarmaktı. Bizimkilerin yaptığı modern havaalanına inince gururla pasaportlarımızı uzatıyoruz, inanılmaz itibar ve ihtimamla araçlara biniyoruz. Alan taksilerinin hepsi son model, tertemiz. Neredeyse herkes İngilizce konuşuyor, otele giderken şoför bize istersek İnternet’e bağlanabileceğimizi söylüyor! Şaşkınlığımı gizleyemiyorum… Şoför devam ediyor, ‘internet hizmeti tüm taksilerimizde mevcut ve ücretsiz” diyor. İçimden, “biz, şu kötü taksi işini henüz çözemedik ama elin oğlu wi/fi hizmetine geçmiş” diye geçiriyorum.
Şansımıza hava güzel, Alplerin eteklerinden ilerlerken, yemyeşil ovalardan geçiyoruz, tarlalar oldukça verimli ve bakımlı görünüyor. Nehirler genelde sınır belirler ama Vardar Nehri için bu durum geçerli değil. Üsküp’ün tam ortasından geçiyor Vardar. Bir yanda Ortodokslar, öte yanda Müslümanlar ama nereye baksanız her yer Osmanlı…
Şehrin yeni yapılanması her ne kadar başkana seçim kaybettirmişse de, gelecekte “iyi ki yapılmış” diyecekleri güzellikte olmuş. Yeni yapıların, çevre düzenlemelerinin arasından Osmanlı Kalesi, Sultan I. Murat’ın yaptırdığı meşhur Osmanlı köprüsü görünüyor. Köprü şimdi, eskisinden daha ünlü zira Üsküp depreminde şehrin neredeyse tamamı yıkılmışken, bizim köprü ayakta kalan tek yapı. Hemen ileride Murat Paşa Camii çıkıyor karşımıza, Türk Pazarı girişinde Sultanahmet Köftecisi, Osmanlı dükkanları, çeşmeleri, Kurşunlu Han, Sulu Han, Davut Paşa Hamamı, Yahya Paşa Camii, Hünkar Paşa Cami ve Çifte Hamam peş peşe… Bu durum bende ilginç bir duygu yoğunluğuna neden oluyor. Aslında birçok eski Osmanlı ülkesini gezerken yaşıyorum bu hissi; gurur ve mahcubiyet arası bir duygu bu. İçimden, “vay canına buralara kadar at sırtında gelmişler, helal olsun” derken öte yandan, nasıl verdiğimiz geliyor aklıma. Aklımı susturuyorum! Ne yeri, ne zamanı…
Üsküplü Yahya Kemal Beyatlı Koleji’nin önünden geçiyoruz. Halk Makedon, Arnavut ve Türk. Komşu her ne kadar orası Makedon’ya demese de, biz dahil birçok ülke tanımışız. Ziyaretimizin sebebi ticaret olunca, en çok Türk’ün yaşadığı Ohrid’e gidemedik.
GELELİM İŞ FIRSATLARINA
İkinci gün Üsküp Ticaret Odası’na gidiyoruz, ilgi yoğun. Bizi müthiş bir coşkuyla Üsküp Ticaret Odası Başkanı Sayın Branko Azeski karşılıyor. Burada ticaret odalarına kayıt, gönüllülük ilkesiyle yapılıyor. Başkan Branko, mütevazi ve samimi. Soluk almadan Makedonya’daki fırsatları anlatıyor.
Dağlık bölge olması nedeniyle hayvancılık bir hayli gelişmiş ve inanılmaz lezzette et var. Buğday arazileri çok büyük olmasa da, ekmeklerin lezzetinden yola çıkarak sert buğday ürettiklerine eminim. Alp Dağları’nda yetişen, “gençlik iksiri” taşıdığı söylenen ve her biri tabak büyüklüğünde olan mantarların tadını unutmak mümkün değil. Çok yakında, ihracata ciddi bir ürün olarak yerini alır, hatta borsası bile kurulabilir.
Şarapları da ihracata uygun kalite ve güzellikte. Şekerleme ve çikolata üreticilerinin Türkiye ve Irak’ta bayileri var.
Sanayideki fırsatlar: Bir hayli yabancı yatırımcısı var. Yatırımcılara tanınan teşvikler kapsamında; 10 yıl gelir vergisi, yerel vergi ve KDV alınmıyor. Makedonya’da yapılan üretim ha keza sıfır gümrüklü, AB bölgesine satılabiliyor, üstelik demir yoluyla. Bu durum nakliyeyi daha uygun hale getiriyor. Yatırım arazisini 99 yıllığına çok uygun rakamlara kiralıyorsunuz, yatırım maliyetinizin 500.000 € devlet desteği var. Özellikle mekanik, metal ve kabloda. İnovasyon konusunda da yatırımcıların olması dikkat çekici. Deri işleme, alt yapı malzemeleri, tekstil, kimyasallar, işlenmiş gıda konusunda AB ve Afrika’ya sıfır gümrükle satılabilme cazibesi taşıyor. Ayrıca turizm konusu ilginç olabilir zira ülkenin tarihi, kültürel ve doğal güzellikleri görülmeye değer. Yüksek teknoloji ve bilişim teknolojileri, gözardı edilmemesi gereken en önemli konular. Düşük maliyet ve kaliteli iş gücü çok yakın bir gelecekte Makedonya’yı, AB ülkesi yapmaya yetmez ama AB’nin, Hindistan’ı olabilir. Bu alanlarda iş birlikteliğine gidilmesi iki ülke içinde kaçırılmayacak fırsat olur.
Bu ziyaretimizi organize eden Makedonya İş Konseyi Başkanı Hasan Hoşben ve Üsküp Ticaret Odası Başkanı Branko Azeski, Türk yatırımcılarını bekliyorlar. Rol model olmanın şartlarından biri çevreyle olan ticari ilişkilerimiz kadar, çevremizin de iyi olmasıdır. Özellikle de bizden olanlarla ticari birlikteliklerimiz olmazsa olmazımızdır. Üzerinde çalışıp, iki ülkenin menfaatlerini gözeterek yeni ticari modeller bulmalıyız. Küresel güç olmanın yolu, bölgesel birlikteliklerden geçiyor.
Zuhal Mansfield
Türk-Mısır İş Konseyi Başkanı