1986 sonunda bankacılık mesleğine Müfettiş Yardımcısı olarak başladığım dönemde, herhangi bir banka, ya da devlet dairesine kapağı atan kişi; olaya “hayatım kurtuldu” diye bakar, yıllar boyunca çalışır ve emekli olurdu. Bir anlamda bu kuşağın temel özelliği, belirli çalışma saatlerine uyum, aşırı çalışma temposu, mevcut şartlarla yetinme ve uzun yıllar aynı şirkette çalışarak kendine sağlam bir yer edinme anlayışına dayanıyordu. Kaderine razı bir yapı – anlayış vardı. Hemen “Yönetici” olayım anlayışı yaygın değildi. O zamanın eski çalışanları, yine de biz işe yeni başlamış – okumuşları çok da sindiremezler, bildikleri en ufak bir bilgiyi kendilerine saklar, çoğu ortaokul – lise mezunu olduğu için, bilgi paylaşmanın kendilerini yok edeceğine inanırlardı. Gerçekten de öyleydi. İşi bilen azdı. İş tanımının yazılı olduğu mevzuatı – dokümanı bulmak da çok zordu. Örnek vermek gerekirse, 1990 yılında “Repo”nun ne olduğunun araştırılması görevi bana verilmişti. Ama piyasada, bir iki yabancı kaynak dışında repo ile ilgili hemen hemen hiç mevzuat bulamamıştım. Yani kişinin kendini geliştirmesi ve de doğal olarak terfi etmesi bu kadar zordu. Ama biz bu anlayışı daima eleştirir, bilginin saklanmasının yanlışlığını gerek teftişlerde ve gerekse bire bir görüşmelerimizde hep vurgulardık. Anlayışın değişmesi için mücadele ederdik. Ama değişim nafile, çok zordu. Şimdilerde, içinde benim de olduğum bu kuşağın adı X kuşağı (1961–1979 arası doğumlular) olarak tanımlandı ve demode oldu.
Doğal olarak bizden sonra gelen kuşak da, bizim kuşağın uygulamalarını / hayata bakışımızı beğenmemeye başladı. Bu kuşağın adı ise Y kuşağı (1980 – 1999 arası doğumlular). Mesela, Y kuşağına mensup çalışanların anlayışına göre yönetici olmak, ya da çok para kazanmak için yıllarca beklemek gereksiz. İşe girer girmez hemen 2–3 yıl içinde Müdür olmak ve makam aracı sahibi olmak, yüksek kazanç elde etmek gerekir. Ayrıca öz verili çalışmaya da gerek yok. İşimi yaparım ve mesai bitince de çıkar giderim. Ne kadar ekmek, o kadar köfte. Aksi bir anlayış, yani bu kadar alt unvanla yıllarca öz veriyle çalışmanın – sabretmenin fazla bir anlamı yok. Hayatı boşa harcayamam. Gerekirse çabucak yönetici olabileceğim bir iş ararım. Anlayış bu!
Y kuşağının bu özelliklerine doğru, ya da yanlış demek mümkün mü? Elbette hayır. Çünkü Z kuşağı (1999 sonrası doğanlar) da onların pabucunu dama atmak üzere. Gürül gürül geliyorlar. Çok az kaldı. X kuşağı demode oldu, yakında
Y kuşağı da demode olacak. Süreç böyle, yenisi eskisini kovar.
Demek ki kuşaklar arası farklılıklar, hayata bakışta olduğu gibi iş hayatında da olacak ve çatışmalar kaçınılmaz. Hayatın gerçekleri böyle. Çünkü neyin doğru, neyin yanlış olduğuna, bugün için söyleyeceğiniz her cevap, yarın yanlış olabilir. Çünkü doğru son bilinendir. Yanıtı zamana/zemine göre değişir.
Gelelim yazımız konusuna, X kuşağı olarak Y kuşağını nasıl değerlendireceğimize… Bu kuşağa mensup kişiler gerçekten inanılmazlar. Büyük çoğunluğu en az bir Yabancı Dili ve bilgisayarı çok iyi biliyorlar. Zeki ve yüksek öz güvene sahipler. Günlük yaşıyorlar. Kendilerine çok iyi bakıyorlar. Hızlı tüketiyorlar. Kendi menfaatleri çalıştıkları şirket menfaatinden daha önemli ya da burada iki yönlü bir menfaat ilişkisi arıyorlar. Bütün bunlarla birlikte hemen terfi etmek, çok para kazanmak ve daha yüksek ücret almak istiyorlar. İster beğenelim, ister beğenmeyelim durum bu. Belki de bu yaklaşımları ile zaman içinde iş yapma biçimleri ve iş dinamiklerini kökünden değiştirecekler.
Bu kuşaktan vazgeçemeyeceğimize göre şirketler/yöneticiler olarak bir şekilde onların özelliklerinden yararlanmayı bilmeliyiz. Bunu yapabilen şirketler bir adım öne çıkacak, belki de bu kuşağın yüksek yaratıcılığıyla verimliliği / karlılığı artırabilecek. Çünkü yüksek nitelik, yararlanmayı bilene daima yarar getirir.
Y kuşağın aktörleri ise temel özelliklerini şirket lehine kullandığı ölçüde karşılığını alabileceklerini bilmeli, sabırla buna uygun davranarak, niteliklerini şirket lehine kullanmalılar. Aksi durum, şirketler için olduğu kadar kendileri için de sıkıntı yaratabilir.
Z kuşağı mı? Onlar zaten bilgisayarla doğdukları için 3–4 yaşında klavyeyi konuşturmaya başlıyorlar. Sanal dünyada yaşıyorlar, bu nedenle asosyal ama IQ düzeyi yüksek, öz güvenleri tavan durumda. Hemen her şeye sahip olmak istiyorlar, olmazsa çabucak bunalım takılıyorlar, herkes–her şey onlara endeksli olmalı, aksi halde mutsuz oluyorlar…
Özet olarak kuşaklar arası çatışma kaçınılmaz… Çünkü çevrim süreci böyle, sadece neyin (algı, hayata bakış, iş yapma biçimi vs.) çatışma yarattığı ve bunun sonucu değişiyor, öz ise aynı. İş hayatının aktörleri için önemli olan kuşak çatışmalarından olumlu sonuçlar elde etmeyi bilmek, çatışmadan çekilmek değil.
Vizyon
Şaban Çağıran
Denizbank A.Ş.
Genel Müdürlük / Grup Müdürü
cagiran@turcomoney.com