“Tarih ilginc kitaba benziyor. Mutlaka şu kitabı anlayarak okumalı, çünkü tarihi bilmeden bir şeyleri anlamak çok zor” Bu fikirler profösör Firengiz Alizadeye ait. Dünya çapında besteci gibi, aynı zamanda sahne için hazırlatığı eserlerle tanınmış, Azerbaycan müziyinin tebliğinde çok işler görmüş Firengiz Alizade 1990. yıllarda Türkiyede çalışmış. Bu açıdan onunla röportajı Türkiye faaliyeti üzerine konuştuk.
ÖZGEÇMİŞ: Firengiz Alizade Azerbaycan Devlet Konservatuvarında iki fakulte – kompozisyon ve telli müzik aleti – üzere eğitim görmüş. Onlarca eserler yazmış. Bir çok çağdaş müzik festivallerine katılmış. İtalya, İsveç, Batı Berlin, Meksika, ABD, İngiltere, Hollandiyada olan festivalleri örnek olarak göstere biliriz.
XX yüzyıl bectecilerden A.Şönberg, A.Berg, O.Messian, C.Keyc, A.Şnitke, S.Gubaydulina, E.Denisov, V.Silvestrov ve b. aynı zamanda kendi eserlerini piyanoçu gibi ustalıkla ifa etmiş. Uzun yıllar öğretmen olarak faaliyet göstermiş, onlarca öğrenci hazırlamış. 1990. yıldan Azerbaycan Besteciler Birliğinde faaliyete başlamış, şüanda bahs olunan kurumun başkanıdır. 2008.yılda UNESKO’nun sanat üzere yüksek “Dünya sanatçısı” adını kazanmış. 2011. yılın mayısında Houston’da yeni operasının (“Senin ismin Deniz” ) galası başarıyla geçmiş.
* Türkiyedeki iş hayatınız Azerbaycanda olan zor günlere rastlıyor. Buna rağmen Türkiyede büyük işler gördünüz. Diyorum belki röportajı o yıllar üzerine yapsakta…
* Neden olmasın …Türkiyede çalıştığım yılları hatırlamak benim için çok hoş. 1992’nin Haziranında Mersin Opera ve Bale Tiyatrosunun o zamanlar görevde olan müdiri Yaşar Eskin bana telefon açtı. Yaşar bey, bana yeni yaranan tiyatro için bale yazmağı önerdi. Şunu da hatırlatıyım ki Yaşar Eskin vokalist. Konuşma sırasında Yaşar Eskin Mersin Opera ve Bale Tiyatrosundan bahs etti vede ilk gün için yeni eserin sahnede olmasının büyük önem taşıtığını söyledi. Ben tiyatronun açılışı için ne kadar zaman kaldığını sordum. Sorunun cevabı beni çok şaşırttı.
* Neden acaba?
* Bilyor musunuz becteci için zaman çok önemli. Hatta zaman yeni yazılan esere göre değişe bilir. Benim Yaşar Eskinle konuşmam Haziranda olmuş, bir kaç ay sonra, yani Ocakta artık tiyatronun açılışı planlanmış. Tiyatroda çalışacak ekib belli değil, ne orkestra var, ne bale grupu var. Demek bir kaç ayda Mersin Tiyatrosunda her şey yeniden kurulmak zorundaydı. Özellikle şunu kayd etmek istiyorum ki Azerbaycan müzisyenleri bu işlerde büyük çaba sarf etti. Öncelikle profösör Nazim Rzayevin ismini çekmek istiyorum. Bahs ettiyim senelerde Nazim Rzayev Mersin Tiyatrosunda çalışıyordu. Hatta tiyatro için çalışacak ekibin bir araya gelmesinde büyük çaba göstermiş. Rusyanın başkenti Moskovada faaliyet gösteren Bolşoy Tiyatrodan davet alan bale öğretmenleri Yuri Papko ve Marçi Skotun, aynı zamanda Türkiyeden olan genc bale ve koro ekibleri büyük çaba göstermiş. Bahs ettiyim tüm şu müzisyenler bir araya geldiyi zaman ben Mersin Tiyatrosunda onlarla tanıştım, durumu yakından takib etmeye başladım. Ne de olsa zamanımız çok azdı.
* Zaman az, görülecek işler çok olunca sorumluluk daha da artıyor…
* Aynen katılıyorum. Çünkü zaman hakikatan çok azdı. Bu yüzden önce müsabaka ilan ettik, Türkiyenin tüm bölgesindən olan vede müzik eğitimi olan gencler müsabakaya katıldı. Tabii ki, az zamanda tercihimizi yaptık. Bale için uygun olan genclerin seçimini yaptık. Daha sonra balenin hazırlığı üzerine çalışma yaptık. Necati Cumalinin “Boş beşik” hikayesini hazırlamaya başlatık.
* Açılış için boş beşikten bahs olunan bir hikaye seçiminiz bir kadar şaşırtıcı…Galiba bir anlamı da olmamış değil öyle mi?
* Ben de önce tıpkı sizin gibi düşündüm. Hatta ilk defadan fikrimi bile söylədim. Yani neden ilk gün için boş beşik diye. Ama onlar boş beşiğin anlamını bana anlattılar. Söylediler ki, bu hikaye sıradan bir şey değil, çok izlenen, dikkati ceken olduğu için açılış günü büyük önem taşıyacağına inanırız. Doğrusu manzum hikayeyi okutuğum an büyük anlamı hiss ettim, bu beni daha da duygulandırdı. Manzum hikayede ilginc ideanın olduğunu fark ettim. Doğanın ve insanoğlunun ünsiyeti, insanoğlunun doğanın bir parçası olma ideası vede kısmetin insan hayatında olan etkisi ve b. makamlar manzum hikayenin esas özelliyi olduğunu, aynı zamanda doğanın ve nesillerin bir-birini takib etmesi, yani baş verenlerin aslında hep yeniden yerini biri birine emanet etmesi beni çok etkiledi, dikkatimi kendine sanki bağladı. Manzum hikayeyle ilk tanıştığımda onun üzerinde nasıl bir eser yaratacağımı düşünüyordum. Böyle düşüncelere kapıltığım zaman Yaşar Eskin bana ilginc idea söyledi. İdeaya esasen manzum hikaye bale için yazılmalı ama eserin finalinde büyük koro sahnesiyle bitmeli. Sanki sonda doğanın sesi insanlara ümid getirsin misali yani. Manzum hikayede Rüzgar(bariton) vede Ağac(Metso soprano) karakteri gösterinin dramaturjisinde hep dikkatte olmalı.
Kısacası şu eser sentez karakterli olduğu için burda bale, opera ve oratoryo özellikerini cemetmek gerekirdi.
* Belki konuyu bir kadar da açsak…Yani aslında boş beşik hangi anlamı taşıyor?
* Tabii ki, bunun okurlar içinde ilginc olacağını düşündüyüm için kısaca bahs ederim. Manzum hikayenin kahramanı Ali çök güzel bir kıza aşık. Onların aşkı nihayet evlilikle sonuclanıyor. O günden 7 yıl geçiyor. Gencler çok mutlu olmalarına rağmen ailede ihtiyac olunan bir şeyler olmamış değil. Onların çocukları yok, olmuyor işte. Birgün Alinin annesi oğluyla konuşurken çocukdan bahs ediyor vede ona kuma getirmesini öneriyor. Konuşma sırasında anne işte, oğluna güzel kızlardan bahs ediyor. Tabii ki, tüm bunlar bir neslin devam etmesi için çok önemli. Ali itiraz ediyor ve annesine “ben asla karımdan vazgeçmem” diyor. Aynı zamanda Alinin karısı başka bir sahnede dikkati çekiyor. Onun hiç bir şeyden haberi bile yok. Ama sonra haber yetişiyor vede kadın kocasını çok sevse bile ona mani olmamak için kendini mahv etme kararını alır. Kayaya taraf kaçıyor, ama aynı anda karnında bir şeyler hissediyor. Bu sahnede erkek bir çocuğun müzik çalması dikkati çekiyor. Aslında Hasan isimli bu çocuk iyi bir haberin müjdeçisi gibi takdim olunur. Bu zaman akraba kadınların bir araya gelerek Alinin karısını kutladıklarını görüyoruz, yani herkes büyük heyecanla kadının çocuğu doğuracağı günü bekliyor. Masal dili çabuk geçer ya, Alinin çocuğu olmuş artık, herkes bu sevinci yaşıyor. Zaman yetişince Alinin mensub olduğu tayfa son baharın gelişiyle daha sıçak bir yere göç ediyor. Ali önde gediyor, tayfanın, tayfaya mensub olan hayvanları koruduğu için tüm dikkatini onlara vermiş ve şu yüzden dünyalar kadar sevdiyi iki insanı bir anlıq olsa bile unutmuş. Alinin karısı çocuğuyla beraber herkesle aynı anda yürümeye gayret ediyor. Belə bir makamda güclü rüzgar başlıyor ve bir kartal hızla saldırı yaparak kadının çocuğunu ondan çalarak uzaklaşıyor. Yıllarca beklenen çocuk bir anda kayb oluyor. Anne evlat acısına tahammül etmediyi için kendini kayadan atıyor. Aliye bir şans verildi de, ama o şansını koruyamadı, sonucta boş beşiye sarılmak hasretinde kavrulmuş. Ali de kendini mahv etmek istiyor, ama anne-baba, mensub olduğu tayfa onu şu fikrinden vaz geçirdir. Çünkü Ali devamçı, hayat devam ediyor, zaten doğanın da mucizeleri çok. Bu yüzden Ali yeniden sevmeli, evlenmeli, çoluk-çocuğa karışmalı. Kısacası manzum hikayede böyle bir anlam var.
* Bilyor musunuz hala anlatıltığı zaman bu kadar etkili, sahnede görünce daha da seyrcileri etkilemiş sanırım…
* Hem de nasıl etkilemiş. Aslında bu hikaye Mersinde-Toros dağlarında yaşayan tayfalar içinde çok sevilir. Tüm bunları öngörerek hikayenin müziğini yazarken bir kaç janrı kullandık. Opera kullanıldı, bale kullanıldı, kısacası Mersin Tiyatrosunun tüm oyuncuları gösteriye katıldı. Yani, tüm oyuncular gösteride ilginc rollerle seyrcilerin karşısına çıktı. Herkes büyük zevkle şu işi yapmış. Bilyor musunuz hala gösterinin hazırlık işlerinde tüm Türkiye Mersin Tiyatrosunun açılış gününü-“Boş beşik” eserinin ilk takdimatını büyük heyecanla bekliyordu. Bir önemli makam daha var. Mersin şehrinde öyle bir ortam yarandı ki, özellikle bizlere çalışmak için iyi bir ortam yaratıldı ki, biz az zamanda çok iş yaptık. Hatta tüm bunları büyük zevkle hayata geçirdik. 4 ay çabuk geçti, Ocak ayının 3’de işte Mersinin kurtuluş gününde takdimat oldu. O günü hiç unutmam. Sanki törene katılmıştım. Türkiyenin ve Azerbaycanın tanınmış insanları bu gösteride bir araya gelmişti. O gündən sonra 3-4 ayda bir defa gösteri seyrcilere sunuldu. Sonralar gösteri İstanbulda, Ankarada, Adanada, Tarsusda ve başka şehirlerde de seyrcilere takdim olundu. 1993. yılın yazında geçirilen
“Aspendos” Uluslararası Müzisyen Tiyatrolar festivaline katıldık, festivalin açılışı “Boş beşik”le başladı.
* İlk iş başarılı olunca sonra devamı geliyor diyorlar. Bu gösteriden sonra neler yaptınız?
* Tabii ki, benim yeteneyim Mersin Tiyatrosunun yönetmenleri tarafından beğenildi vede beni tiyatroda dutma kararını aldılar. Tiyatroda koro şefi görevine tayin olunmam için anlaşma imzalandı. Anlaşmaya esasen ben 1992-1997. yıllarda Mersin Opera və Bale Tiyatrosunda koro şefi olarak çalıştım. 5 yılda bir kaç gösteriler hazırladık. Doğrusu Mersinde olan 5 senelik çalışma hayatımı hala unutmadım. Bana karşı olan dikkat, çalışmama karşı olan ilgi, iş hayatı için yaratılan ortamı hiç unutmam.
* Bildiyim kadarıla 5 yılda sadece gösteriler hazırlamaqla kalmadınız…
* Aslında zorluklar da olmamış değildi. Mesela yeni hazırlanan her gösteri için diğer tiyatrolardan ekibleri bir araya getirmek o kadar da kolay değildi. Bu yüzden Mersin şehir Belediyye başkanıyla konuşma yaparak onlara bir öneride bulundum. Öneriye esasen Mersin Universitesinde konservatuvar bölümü yaradılarsa o zaman burada eğitim gören gencler Mersin Opera və BaleTiyatrosu için aday ola bilirdi. Teklifim kabullendi vede bir kaç önemli insanlarla bir araya gelerek konservatuvar bölümünü yarattık. Aynı bölümde ben de çalıştım, öğrencilere piyano dersleri geçir, müzik kuramından bahs ediyordum. Daha sonra orda assistan yetiştirme bölümü da yarattık. Ben assistanlara modern müzikle bağlı mühazaralar söyledim. Bir itirafta buluncam, Mersin gezel bir yer, Akdenizin kıyısında. Ama müzik açıdan yeni bir aşama geçiyordu.
* Neden ama böyle bir iş başlatığınız zaman her şeyi bırakıb Almanyada faaliyete başlatınız?
* Yarım hiç bir şey bırakmam, aynı zamanda hep düşünüyorum ki, insanoğlu sevdiyi işle uğraşırsa o zaman milletine daha çok hayır vere bilir. Bu yüzden ben düşünüyorum ki, Azerbaycan müziğini dünyanın her yerinde çok önemli biçimde tebliğ ettim ve hep bunu yapacağım. Bu yüzden 1997 yılında Almaniyadan-Berlin Sanat Akademisinden iş teklifi aldım. Bana gönderilen davette yazılıyordu: “Biz sizi Almanya hükumetinin himayesinde olan bestecilerin sırasına yazmışız”. Tüm dünyada 10-15 besteci var ki onlar da aynı besteciler sırasında. Biz iş prosesini özgür olarak hazırlıyoruz. Esas işimiz- müzik yazmak vede yeni eserlerin takdimatlarını hazırlamaktı. Bu yüzden dünya ülkelerinde olmalı, farklı orkestralarla, orkestra ve solistlerle çalışmak gerek ki yazdığın eser ilk defa sen düşündüyün gibi seyrcilere takdim olunsun. Aynı zamanda besteciler kendi tercihlerine göre yılda bir defa 1 aylık Almanyada öğrencilere ustat dersleri geçmeli. 2007 yılında Azerbaycan Besteciler Birliğinin kurultayında başkan seçildim vede o günden bugüne zamanımı Bakü ve Berlin arasında paylaşmalı oldum. Yoğun çalımama rağmen hiç bıkmadım, hep tüm gücümle çalışıyorum…
ULDUZE QARAQIZI