Turcolife - Haber 1Haber 1

Turcolife

15 Nisan 2016 - 11:40

ABONE OL

Bazı insanlar ışık saçar, bazıları ışığını çalar… Ben seni öyle biriyle tanıştıracağım ki, hayatının tüm karanlık noktaları onun ışığıyla aydınlanacak.

Hayata bakışın değişecek. Farklı bakış açıların gelişecek. Belki de şimdiye kadar beklediğin ama hiç bir dostundan, yakınından göremediğin desteğe, motivasyona bu röportajla kavuşacaksın.

Hep kitaplar mı başucu yapılır, işte sana bir başucu röportajı 😉 Işık olsun…

Klişe bir biyografiyle başlamak yerine kendi ağzından kendisini tanıtmasını yeğliyorum ve hemen soyadı gibi herkesin hayatına Işık örecek bu keyifli söyleşimize geçiyorum…

PINAR: Sevgili Hilmi Işıkören sizi tanıyabilir miyiz?

H.IŞIKÖREN: Baba tarafından dört kuşak İstanbul’luyum. Anne tarafı biraz karışık. Dedem gümrük müdürüymüş. Her yerde bir çocuk doğmuş. Annem de Fatsa’ da doğmuş. Dolayısıyla Karadeniz’lilik de var 🙂 Baba tarafını araştırdık, 4 kuşak öncesi Bulgaristan’dan geliyor.

Babam olabildiğince olumlu bir insandı. Hayata hep pozitif taraftan bakardı. Çok varlıklı bir aileden gelmiyoruz. 3 erkek kardeşiz. Biri kendi işini yapıyor mali müşavir, diğeri kendi işini yapıyordu artık emekli oldu artık çalışmıyor. Babam tüm zorluklara rağmen olumluda kalabilen biri olarak hepimizin motive kalmasına çalışan biriydi. Çoğunlukla da bunu başarıyordu. Onun eksik kaldığı zamanlarda annem devreye girer ve zorluklarda da vardır bir hayır yaklaşımıyla bizi güçlü tutmayı bilirdi. Böyle yetiştirilen bir kişi olarak büyüdüm. Sağolsun abimler de çok desteklediler beni. Onlar da hep olumlu tutum ve tavırlarıyla hepimiz için hayatı kolaylaştırdılar.

PINAR: Eğitim hayatınız ve iş hayatına başlamanız biliyorum ki franchising sevdasıyla şekil almış. Bunu sizden dinleyelim mi?

H.IŞIKÖREN: Ben üniversiteyi kazananlardan değilim, tutturanlardanım 🙂 Marmara üniversitesi ingiliz dili ve edebiyatı bölümünü tutturmuştum. Hoca olacaktım, ingilizce eğitimler verecektim. Seviyorum hocalığı aslında, pedogojik formasyonum da var ancak Türkiye’ de olmayan şeyler arayışındayım. O dönemlerde de sene 1984, franchising diye bir şey duydum. Yurtdışında büyüyen, yayılan bir şey. O zamanlar Türkiye’ de hiç bilinmeyen bir konu, dedim ki, bu ne menem şeyse Türkiye’ye de yayılacak.

Ben bu işi ilk öğrenenlerden biri olmalıyım. Kafaya bunu taktım ve gördüm ki bunun merkezi Amerika. Amerika’ ya gitmem lazım bu işi öğrenmek için ve oraya gitmek için çok para kazanmam lazım para biriktirmem gerekli. Evi okula sınıfa çevirdim. Ders veriyorum öğrencilerime evde ve aynı zamanda da özel dersler veriyorum bir çok kişiye. Çok çalıştım, para biriktirdim, okulu iki yıl uzattım.

Üniversiteyi bitirdikten sonra Amerika’ya gidebilmek kısmet oldu şükür. Franchising’le ilgili eğitimler almak ve işin pratiğini de franchise markalarda yapmak için Amerika’daydım artık.

Sonra kısmet oldu hem teoriğini hem pratiğini yaptığım bir şey. Önce 2 yıl sürdü sonra da dönem dönem devam etti. Sadece eğitim 2 yıl sürdü. Orada franchising ile ilgili çalıştıktan sonra Türkiye’ ye döndüm. Burada Amerika’dan gelen bir franchise markanın başına geçmek istiyordum.

Biraz da şanslı bir insanımdır ben, neyi düşünürsem neyi istersem o genelde karşıma çıkar. Ondan sonra Hürriyet gazetesini bir çevirdim, o zamanlar insan kaynakları sayfası meşhur. Bir ilanla karşılaştım. Amerika’ da çalıştığım bir gıda şirketi Türkiye’ ye gelmiş ve ilk açtığı mağazaya müdür arıyor. Dedim ki bu işi ben almalıyım. Telefon görüşmesini yaptım hemen. Sekreteri geçtim, genel müdüre bağlandım. Genel müdüre dedim ki ben bu iş için Amerika’ ya gittim ve türlü zorluklar çektim. Sizin markanızın Amerika’daki fabrikasında bile çalıştım. Bu işe beni almalısınız, doğru kişi benim dedim.

Sonrasında oturduk konuştuk, genel müdür bana şirketin vizyonundan, hedeflerinden bahsetti, akşam üzeri mağaza’da yeniden buluşmak üzere ayrıldım. Akşam mağazaya yönetim kurulu üyeleri de geldiler. Görüşmenin sonunda herkes benim o işin başında olmam gerektiğine karar verdi.

Kariyer planlarım, iş hedeflerim doğrultusunda çalışmaya başladım. Hızlı bir yükselişle iki yıl içerisinde mağazalar koordinatörü oldum. Beni tekrar Amerika’ ya gönderdiler o fabrikada eğitimler almaya. O şirkette 5 yıl çalıştım. 5 yılın sonunda şirket Türkiye’ ye üretim iznini alamayınca operasyonlarını durdurma kararı aldı. Büyük bir şoktu benim için Genel Müdür olabileceğim bir seviyeye gelmişken böyle bir şeyin çıkması çok üzücüydü. Ancak hayat hep güzel şeylerle dolu olmuyor.

Geçtiğimiz günlerde paylaştığım Motivasyon Kartı gibi; “Hayat, sınavlar ve armağanlar arasında bir yolculuktur.” Babamın da dediği gibi bir sınavdı bu yaşadığım, daha önce yaşayıp geçmeyi başardığım ve başardığım için armağanını aldığım sınavların bir benzeriydi. O yüzden gözümde büyütmemeliydim. Kaybedeceğime değil, sahip olduklarıma odaklanmayı seçtim. Franchising’i işin merkezi Amerika’da öğrenen ve ülkemizde uygulama şansını yakalayan ilk kişilerden biriydim,teorik tecrübelerimin yanında bu şirkette 5 yıllık bir pratik tecrübem de oluşmuştu, Genel Müdür henüz olamamıştım belki ancak bu benim hatam ya da eksikliğimden değil şirketin kapanmasından kaynaklıydı, motivasyonum yüksek, odağım tek yere yani franchising ile ilgili markalaşma konusundaydı. O halde devam etmeliydim, demek daha iyisi gelecek diye bakış açımı değiştirerek yeni fırsatlara bakmaya başladım ki beni franchising ile büyüyüp markalaşmak isteyen yerli bir şirkete önermiş bile birileri 🙂

Arandım ve görüşmeye davet edildim. Aradığım yine karşıma çıkmıştı şükür. Genel Müdür ile kısa bir görüşmeden sonra kendimi yönetim kurulu başkanının karşısında buldum. Şimdilerdeki Teknosa gibi büyük bir teknoloji marketi zinciri kurulması hedefleniyordu. Franchise sistemini kuracak bir deneyimli bir uzman arıyorlardı yani beni. O dönemde sayılı kişiler var ülkemizde franchising konusuna deneyimli. Hedef 3 yıl içerisinde ülke çapında 100 franchise mağazası açmaktı. 3 yıl içerisinde 99 tane franchise mağaza açmayı başardık. Hedefe göre 1 mağaza eksiktik ancak yönetim kurulu başkanı bir taneden bir şey olmaz sizi ekstra ödüllendiriyoruz diyerek onöre etti beni eksik olmasın…

4 yıl boyunca franchise departmanının başında yer aldıktan sonra 1997 yılında Türk gayrimenkul sektöründe franchising konusunda büyük bir açık olduğunu keşfettim. Çok büyük rakamların döndüğü ancak işlerin son derece amatörce yapıldığı emlak danışmanlığı hizmetlerine profesyonelleşme gelmeli, sektör regüle edilmeliydi. Amerika’dayken emlak zincirlerinin ne kadar güçlü olduğunu görmüştüm. Re/max Türkiye çok yeniydi ve Türkiye franchise müdürü arıyordu. Biri beni önermiş onlara. Görüşmelere başladık, uzun süren görüşmeler sonucu karşılıklı karar verdik ve ben markanın başına Türkiye franchise müdürü olarak geçtim. 2 yıl remax Türkiye’ de görev yaptım. Amerikalı uzmanlardan hem franchising yönetimi hem de emlak danışmanlığı konusunda çok eğitim aldım.

Franchise’lar vermeye başladım, iki yıl sonra 1999 depreminden iki gün önce ayrılarak sahaya geçtim, yani emlak danışmanlığı yapmaya başladım ayrıca bazı Re/max franchise ofislerinin emlak danışmanı eğitimlerini de vermeye başladım. Yurt dışında çalıştığım insanların hepsi dedi ki Türkiye’ de 5 yıl emlak işini unutun çünkü Amerika’ da da böyle olmuştu ve her şey durmuştu. Böyle bir şeyi duyduğunuzda ürküp korkarsınız, bu çok doğaldır, ben de korktum tabi ki. Ancak iki tür korku olduğunu biliyordum. Biri gerçek korkular ki bu yaşadığım gerçek bir korkuydu. Diğeri ise üretilmiş korkular.

Bu ayrımı doğru yaptığınızda hayatınızı kolaylaştırabiliyorsunuz. Bu yaşadığım gerçek, doğal, insani bir korkuydu. Eyvah şimdi her şey duracaksa ben de iş yapamayacağım, kazanamayacak, başaramayacağım diye üretilmiş korkuya dönüşmemeliydi. Bu bilinçle bu yaşadığım durumu üretilmiş korkuya dönüştürmeden çalışmaya odaklandım. Depremden en çok etkilenen bölgelerden biri olan Yeşilyurt-Yeşilköy bölgesinde çalışıyordum. Birkaç ay tohum atmakla geçti, sonra bereketli ürünler yeşermeye başladı. Olumsuzda kalınca seçeneksiz kalacaktım. Olumluda kalmayı tercih ederek seçeneklerimi çoğalttım.

Yine bir Motivasyon Kartımdaki gibi; “Olumlu olmak, istediğimiz her şey, elde edeceğimizin garantisi olamaz. Ancak olumsuz olmak, istediğimiz hiçbir şeyi elde edemeyeceğimizin garantisidir.”

2001 yılında ise emlak franchise markası Century 21 Türkiye’nin başına geçtim. Amerika’lı hocalardan çok sayıda eğitim alıp kendi bilgi ve saha tecrübelerimle sentezleyerek oluşturduğum programları franchise verdiğim Century 21 ofislerinde uygulamaya başladım. Bir yandan franchise’lar verip bir yandan eğitimler de verirken sisteme çok sayıda gayrimenkul projesi de kazandırdım.

PINAR: Bu noktadan sonra kendi markanızı getirme fikrinden bahsetmiştiniz…

H.IŞIKÖREN: Evet Pınar Hn., 5 yıl sonra kendi markamı Türkiye’ ye getirmek istedim ve 8 ortak ki bunların içerisinde iş dünyasında çok bilinen önemli insanlar vardı, bu isimlerle beraber 2005′ de Türkiye’ ye emlak franchise markası Realty World’ü getirdik.

İlk başvurumu Realty World Amerika merkez ofisine yaptığımda gelen cevap çok enteresandı. “Hilmi Işıkören, zaten biz sizi ve başarılarınızı takip ediyoruz marka olarak, çok isteriz birlikte yürümeyi” diye bir cevap geldi markanın o zamanki CEO’su sevgili Gary

Longobardo’dan. Çok iyi dostum oldu sonra, halen de görüşürüz kendisiyle.

Realty World Türkiye’nin genel merkezini Nişantaşı’nda açtık. Şirketin kurucu ortağı ve genel müdürü olarak güzel bir ekip oluşturdum. Ekipte pazarlama ve kurumsal iletişimin başındaki sevgili Belgin Benek 2010’da Işıkören Danışmanlık şirketimizin ortağı oldu. Çok çalıştık ve 2 yıl içerisinde markayı bulunduğumuz kulvarda çok iyi bir yere getirmek kısmet oldu ve bu yükselen değerle beraber inşaat firması Garanti Koza markaya talip oldu. Biz markayı sattık. Sözleşmemiz gereği orada 3 yıl daha Genel Müdürlük yaptım. 2005 – 2010 yılları arasında yine Amerika’lı hocalardan burada ve Amerika’da çok sayıda eğitim aldım ve kendi geliştirdiğim eğitim programlarını franchise verdiğimiz ofislere vermeye devam ettim.

PINAR: Kendi şirketinizi nasıl kurduğunuzu bunun süreçlerini ve neler yaptığınızı ben yakın takipçiniz olarak biliyorum, okurlarım için tekrarlayabilir miyiz?

H.IŞIKÖREN: Teşekkür ediyorum. 2010 yılında Belgin Benek ile Işıkören Danışmanlığı kurduk. Amacımız markalaşmak isteyen firmalara yardımcı olmaktı. Özellikle inşaat sektörüne yeni giren çok firma vardı o dönemde ve bu firmaların markalaşmaya çok ihtiyaçları vardı. Konut projeleri üretiyorlardı fakat bu projelerin markalarına nasıl değer katacağı konusunda yol göstermek gerekliydi.

Ayrıca pazarlama faaliyetleri ve satış konusunda da çalışılması şarttı. Onlara faydaları olabileceğimizi düşündük. İşler almaya ve eğitimler vermeye başladık. Programlarımız olumlu sonuçlar verdi, yüksek müşteri memnuniyeti ile referanslarla yeni müşteriler almaya başladık.

2012 yılında paylaşmayı çok seven iki ortak olarak www.isikoren.com sayfamızda iş ve hayatı dair fikirlerimizi yayınlamaya başladık. İlk bir sene yavaş yavaş büyüyen bir kitle oluşmaya başladı. İsmini Belgin Hanımın koyduğu benim özlü sözlerimden oluşan Motivasyon Kartları özellikle en çok beğenilen bölümümüz oldu. Bu özlü sözler tamamen özgün ve farklı konularda hemen hemen her gün bir yenisini yayınlayarak devam etti.

Motivasyon Kartlarının tasarımlarını da takipçilerimden tasarım konusunda uzman Ahmet Ceyhan yapıyor. Sonra ne oldu? Kartlar şu anda 800′ ü geçti. Sonra Gülümseten Gündem diye bir bölüm açtık orada da insanları gülümsetecek olumlu yazılar paylaşalım istedik.

Gülümseten Gündem, Motivasyon Kartları gibi bölümlerden oluşan www.isikoren.com belli bir süre ivme kazandı sonra öyle bir yere geldi ki büyük bir kitle izlemeye başladı hatta bir inceleme yaptık 140 ülkedeki Türkler takip ediyormuş yani sadece Türkiye‘ den değil, her yerden takip edildiğimizi fark ettik:)

Bu sene siteyi farklı bir isimle ilerletme kararı aldık. Biz aramızda bir şeyi beğendiğimiz zaman 10 numara deriz, bu iş aklımıza geldi www.10numaramotivasyon.com isimli sitemizi kurduk. Çok sevildi, paylaşımlarımız hızla devam ediyor. Yoğun iş tempomuz el verdiğince yeni şeyler paylaşmaya devam ediyoruz ayrıca www.isikoren.com sayfamızı da sadece danışmanlık hizmetleri içeren bir sayfa haline sokup öyle devam ettirdik. Şu an şöyle bir noktadayız ki hiç reklam yapmadan yeni müşteriler oluşturabiliyoruz şükürler olsun. Paylaşımlarımızın etkisi büyük bu konuda.

Ayrıca bizden hizmet alıp memnun kalan müşterilerimizin sözleşmelerini uzatması ve başkalarını da bizi yönlendirmesi reklam yapmak zorunda bırakmıyor bizi. Çok yoğun bir program içindeyiz. Haftanın belli günleri Antalya’da belli günleri Gaziantep’te müşterilimiz için danışmanlık hizmeti vermek üzere seyahat ediyoruz. Üniversitelerde başarı üzerine motivasyon konuşmaları yapmak için farklı şehirlere gidiyoruz. Arada nefes almak için kendimi D&R’lara atıyorum, kitap bakıyorum. Sizi de bugün burada beklerken aynı şeyi yaptım 🙂

Pınar: Gelelim olmazsa olmazım soruma:) Spor yapıyor musunuz? Bu tempoya uyum sağlamak eminim oldukça zordur…

H.IŞIKÖREN: Çok doğru söylüyorsunuz ama maalesef çok fazla yapmıyorum. Zaman oldukça yapmaya çalışıyorum diyelim:)

Güzel bir diyet programı uyguluyorum Dr. Ayşegül Çoruhlu’ ya giderek. Gençliğin şifrelerini veren çok iyi bir doktor kendisi. Onun sayesinde akşam yemeklerini kestim. Sabah yiyorum, öğlen 15:00/16:00 arası yiyorum. 16:00‘ dan 17:00‘ ye kadar atıştırmalık. 18:00‘ den sonra hiçbir şey yemiyorum. Kilo vermemi ve kendimi daha iyi hissetmemi sağladı bu ama tabi yine de fit olmak için spora ihtiyaç var.

Sizin çok iyi spor yaptığınızı biliyorum, görüyor ve okuyorum paylaşımlarınızdan. O yüzden yavaş yavaş başladım şimdilerde ve arttıracağım. Çok ağır olmasa da spor yapacağım.

Pınar: Paylaşımlarım ve yazılarımla buna teşvik ettiysem ne mutlu bana diyorum…

Peki, Hilmi Işıkören hayata nasıl bakıyor?

H.IŞIKÖREN: Hayata daima olumlu bakan bir insanım. Kolay kolay demotive olmuyorum. Çok kötü zamanları çok hızlı süreçte atlatabiliyorum. Yani benim üstümde üzüntü günlerce kalmaz. Yakın kaybı olmadığı sürece bir insanın üzülüp kendisini olumsuza sokmasının çok faydasız olduğunu düşünüyorum. Dünyada üzülecek hiçbir şeyin olmadığını düşünüyorum. Korkuların, korkuya dayalı bütün üzüntü ve acıların kaynağının korku olduğuna inanıyorum. Korkudan kaynaklı olarak kendi kafamızda ürettiğimiz şeylerden dolayı endişeler duyduğumuza inanıyorum.

Pınar: Bunun için ne yapılabilir?

H.IŞIKÖREN: Bir kere önce farkında olmak lazım. Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, acılarını yarıştırıyor insanlar. Yani birisi birine acısını anlatırken öbürü diyor ki, ” yaa senin yaşadığın da acı mı, bak ben öyle şeyler yaşıyorum ki vs. ….” gibi şeylerle yarışıyorlar. Bizim toplum maalesef acılarla beslenen bir toplum. Bunu kabul etmek lazım öncelikle. Bu teşhisi koyduktan sonra tedavisine bakmak lazım… Bir de, insanları kesinlikle iyileştiremeyiz. Onun farkında olmamız lazım çünkü bu bir uzmanlık işi.

Psikolog da değiliz, psikiyatrist de değiliz, şifacı da değiliz. O yüzden, insanları düzelteyim diye kendimizden enerji vermek biraz manasız geliyor bana. Ama ne yapmamız lazım? Onlara örnek olabilmemiz için kendimizi değiştirmemiz lazım. Kendimizi değiştirirken de şunu yapmamız lazım, çevremizdeki olumsuz düşünen insanlardan mümkün olduğunca uzak durmamız lazım. Kesinlikle uzak durmalıyız böyle insanlardan çünkü kendilerine mutsuzluklarıyla bir kuyu kazıyorlar ve o kuyuya sizi de çekiyorlar.

Sadece kendisi gitmiyor sizi de oraya götürüyor. Mesela iş hayatında böyle tipler çok çıkar karşımıza. Bir işe girersiniz, biri gelir der ki, bu şirkette çalışılmaz abi, bu patron şöyle böyle, burası şöyle böyle. Hep kötüler bize işyerini ve insanları fakat hiç aklımıza gelmez “kardeşim sen niye yıllardır burada çalışıyorsun?” diye sormak. O kişi yıllardır oradadır ve bundan beslenir. Bizi de buna alet etmeye çalışır. Uyarsanız ona, siz de kötümser düşünmeye başlarsınız ve olumsuzluğu çekersiniz. Herşey enerji çünkü. Hayatınızı olumsuza çevirirsiniz. Bu insanlara bulaşmamak gerekiyor çünkü olumsuzluk bulaşıcıdır.

PINAR: Peki annemize, babamıza, eşimize dostumuza, çok yakınlarımıza ne yapacağız?

H.IŞIKÖREN: Onlara yapılması gereken şey şu; onlarla didişmek yerine, onlarla bir şekilde uyum sağlayarak, anlayış göstererek yavaş yavaş onları ikna etmeye çalışmalıyız. Bunun uzun bir süreç alacağını bilmemiz lazım. Mesela, ben hayatımda yaşadım. Amerika’ da okumuşum gelmişim. Dünyanın en büyük dondurma zincirinin başına geçmişim. Annem bana dedi ki, “Oğlum, okudun okudun başımıza dondurmacı mı oldun? “ Ne kadar olumlu insanlarsa da bir negatiflikleri var mutlaka. Bundan kurtulamamışlar. Ben annemi buna ikna etmek için neler yaptım! Remax’ ın başına geçtiğimde de babam dedi ki; “Oğlum şimdi de başımıza emlakçı mı oldun? ” Sen dedi emlakçıların kim olduğunu bilmiyor musun, yakışıyor mu sana! Neyse bir gün, NTV’den beni çağırdılar canlı yayına. “Gayrimenkul ile ilgili şok bir konu ve gelişme var, mortgage başlıyor gelip katılır mısınız, görüşlerinize ihtiyacımız var” diye aradılar. Ben de hemen bizimkileri aradım az sonra NTV’de canlı yayına çıkacağım dedim. Sonra babam ertesi gün, “Benim oğlum dün gece televizyona çıktı biliyor musunuz:)” diye akrabalara gururla söz ediyordu benden. İşte bu kadar, yöntemleri bilirseniz, insanları yanınıza çekebilirsiniz, elbette samimiyetle uyguladığınız yöntemlerle.

Bu olayla fikirleri değişti tabi ki. Yakınlarımız için, sevdiklerimiz için uğraşmamız lazım. Ancak yakınlarımız dışındaki olumsuz insanlarla uğraşmamak lazım. Tamamen zaman kaybı olur bu. Onlar da inşallah bir gün, bir şekilde aydınlanacaklar.

Pınar: Karşınıza gelen müşteri profili olumsuzsa ne yapıyorsunuz?

H.IŞIKÖREN: Şükürler olsun işimizi öyle bir noktaya getirdik ki artık müşteri seçebiliyoruz. Firma alırken inceliyoruz önce. En önemlisi, şirket sahibinin işe bakışı. Vizyonu, ne yapmak istediği, şirketi nereye getirmek istediği ve bununla ilgili olumlu bir düşünceye sahip mi… Salt para mı odaklı yoksa uzun vadeli şeylere mi odaklı. Şirketini bir yere getirme nedeninin farkında mı, bu nedeni az da olsa tarifleyebiliyor mu? Eğer böyle bir şirketse, biz o kişilerle yürümek istiyoruz.

Çok negatif insanlar karşımıza çıktığı zaman, ya da salt para odaklı insanlar karşımıza çıktığı zaman, onlarla bizim uyuşmamız mümkün olamıyor zaten. Frekans tutturamıyoruz. O nedenle, şükürler olsun seçme özgürlüğümüz var artık.

Pınar: Eğitimde çıkarsa böyle olumsuz kişiler?

H.IŞIKÖREN: Böyle insanlar elbette çıkabiliyor eğitimlerde. Hatta bu yaklaşımlarımızı yadırgayanlar bile olabiliyor. Bunlar böyle söyleniyor ama gerçek hayat böyle değil diye eleştirenler de oluyor. Çünkü olumsuz insanın yaşadığı hayat başka bir hayat. O buradan besleniyor. Onlarla da konuşmaya devam ediyoruz ama onların değişime kapalı olanlarını çok fazla koçluğa almamaya çalışıyoruz.

“Olumlu insan, hayatta en çok seçeneği olan insandır.” H. Işıkören

Olumsuz insanlar azminizi törpülerler ve sizi kazdıkları kuyuya çekerler. Ortağım Belgin Hanım da olumlu bir insan. Şimdi diyeceksiniz ki, sizler olumlu düşünüyorsunuz da her gününüz olumlu mu geçiyor. Mutlaka bizim de karşımıza zorluklar çıkıyor. O durumda ne yapıyoruz?

Zorluk çıktığı zaman o durumda ne yapılması gerektiğinin farkındayız. Mesela; trafikte gidiyorsunuz ve trafik sıkışıyor. Genelde insanlar ne yapıyor? Kornaya basarlar ya da küfrederler. Tabi bir dönem ben de yapıyordum bunları ama doğru bir şey değil bu çünkü her öyle yaptığınızda stres kat sayınız artıyor, sindirimi etkiliyor her şeyi etkiliyor. Kendinize yapıyorsunuz.

Zaten insan ne yaparsa kendisine yapar. Şimdi buradan kurtulmak için şöyle bir yöntem buldum. Dedim ki, bu trafik kötü bir şey, evet bizi geciktiriyor ama biraz erken çık işlerini ona göre planla, ikincisi böyle bir şeyle karşılaşırsan şunu düşün; trafik sıkışınca yavaş gidiyor araçlar dolayısıyla önemli kazalardan kurtarıyorsun. Çok hızlı gitsek, hem sağlığımıza zarar gelebilecek hem de malımıza.

Biraz Pollyannacılık gibi görünüyor bu belki bazıları için ancak aslında olumlu düşünce Pollyannacılık ile karıştırılıyor. Pollyannacılık gerçek dışı bir şekilde her şeyi pembe gözlüklerle görmeye denir. Mesela kurt var yanınızda ve sizi yiyecek artık, siz diyorsunuz ki bu kurt bana bir şey yapmaz. İşte bu Pollyannacılık. Benim söylediğim ise, gerçekçi olumlu düşünme çünkü olumsuzun faydası yok, zararı var. Trafikte kızsan küfretsen ne olacak? Trafik açılmıyor ki. Bu yüzden ben hep erken çıkmaya çalışırım bugünkü toplantılarımı da ben öyle ayarladım. İyi ki de çıkmışım çünkü yetişemeyecektim.

“Hayatı değiştirmekle boğuşmak yerine hayatını değiştir.” . Bizdeki yaklaşım bu. Olumluda kalan iki insanız biz. Bu nedenle de işlerimizi yaparken bunun çok faydasını görüyoruz.

Pınar: İş bölümü?

H.IŞIKÖREN: Şöyle; benim bildiğim her şeyi ortağım da biliyor maaşallah, onun bildiği her şeyi benim de bildiğim gibi. Eğitimleri verirken birlikte veriyoruz. Danışmanlığı verirken yine birlikte veriyoruz.

Ancak koçluk ve bire bir eğitim ve danışmanlıklar da ayrılıyoruz. Yine de zaman zaman müşterilerimize dönüşümlü de gidebiliyoruz çok fazla bir şey eksilmiyor çünkü ikimiz de her şeye hakimiz. Mesela şu anda ortağım 13 günlük bir tatile gitti Japonya’ ya neden bana güvendiği için. Şu anda bütün işleri ben yürütüyorum. Gaziantep, Antalya danışmanlık seyahatlerim, buradaki işlerim, eğitimler, bire bir eğitimler ve danışmanlıklar vs. oldukça yoğun bir program var. Sonra o gelecek ben gideceğim.

Bu keyif veriyor gerçekten. Tabi şuna çok dikkat ediyoruz, biz kendi işimizi yapıyoruz sonuçta. Arada diyoruz ki, biz kendi işimizi yapıyoruz ancak acaba işimizin kölesi olmaya başladık mı… Kölesi olduysak yanlış yoldayız. Eğer işimizin kölesi olmaya başladıysak veya tam tersi, işimizin efendisi olduysak bence bu da yanlış. İkisi de tehlikeli noktalar. Benim seçimim işimizin sevgilisi olmak. Böyle bir kartım var:

“Ne kölesi ne de efendisi, işinin sevgilisi olmalı insan.” Eğer işimizin kölesi olduysak derim ki, girelim o zaman bir şirkete maaşlı çalışalım. O daha faydalı sağlığımız için çünkü kendi işinde köle olmuşsun. Her dakika iş beni yönetiyor. O zaman sırf para için çalışıyorum. Günah. Bu özellikle ruh sağlığım için çok zararlı. Ruh sağlığım bozulursa, sağlığım da bozulacak, o zaman nasıl motive edeceğim kendimi, insanları…

Pınar: İstemeden, sevmeden çalıştığınız bir iş oldu mu hiç? Kendinizi başarı yönünden nasıl değerlendiriyorsunuz?

H.IŞIKÖREN: 27 YILDA 8 Ay!

Bir insan bir şeyİ yapıyorsa ve bundan haz alıyorsa, bunu karşı tarafa anlatırken gerçekten yaşadığını anlatması lazım. Ben bugün motivasyon seminerleri veriyorsam başarı üzerine, ben gerçekten başarılı ve motive bir insan olduğum için verebilirim. Böyle bir insan değilsem veremem ki bunu.

İş hayatındaki en önemli başarımı ben şöyle görüyorum; şirketleri hep bir yerlere getirmiş bir insanım ancak en büyük başarım bunlar değil bence. Benim en büyük başarım 27 yıllık iş hayatımda sadece sevdiğim ve inandığım işlerin peşinde olmam.

Sevmediğim ve inanmadığım bir işte sadece 8 ay çalışabildim. O işteyken ayaklarım geri geri gidiyordu. İki ayrı şirketten maaşım ve primim vardı ancak sevmiyordum işi. Eve para götürmem lazım yoksa mahvolurum gibi bir endişem, bir üretilmiş korkum vardı o dönemde. İşte bu düşünce yanlışına düşerek 8 ay kendime yazık ettim. Korku bana bunu yaptırdı ancak sevmeden yaptığım bir iş olduğu için anlayamıyordum işi tam olarak. Benim böyle bir huyum var, sevmediğim şeyi anlamıyorum. 8 ayın sonunda patronlarıma dedim ki, ben istifa ediyorum. Dediler ki, “biz sana ne yaptık?” Dedim siz hiçbir şey yapmadınız ama ben kendime çok şey yaptım. Sevmediğim istemediğim bir işi yapıyorum ve başarılı olamıyorum, haz alamıyorum kusura bakmayın. Perakende sektöründe başarılı bir şirketti. Halen de kendileriyle görüşürüz, eksik olmasınlar çok iyi insanlardır.

Toparlayacak olursak acılarını yarıştıran bir toplumda sadece 8 ay hariç 27 yıl sevdiğin, istediğin ve inandığın bir iş kariyerin varsa çok ama çok başarılı olmuşsun demektir.

Başarı ile ilgili Mıchael Jordan’ ın çok güzel bir sözü var bununla ilgili: “Hiçbir maçı kaybetmedim; sadece kazanamam için süre yetmedi. Ben de böyle bakıyorum bu konuya. “Başarı hırsı kibri, başarı azmi kazancı çoğaltır.” “Şükürler olsun ki iş hayatında hiç hırslarım olmadı ancak azmim hep yanımdaydı”

Pınar: Olumluda kalmaktan bahsediyorsunuz, hiç mi olumsuza geçmiyorsunuz? Bunu nasıl kontrol ediyorsunuz?

H.IŞIKÖREN: Daima azimle ve olumluda da kalarak başarmaya gayret ettim. İnsanlar bunu farkediyorlar verdiğimiz eğitimlerde. Her zaman motive olamıyoruz, zaman zaman demotive oluyoruz biz de ancak ne yapıyoruz biliyor musunuz?

Mesela Belgin Hanım mı olumsuz oldu bugün, ben onu düzeltmekle ilgili zaman harcıyorum nasıl onu olumluya çevirebilirim, motive edebilirim diye…

Gerçekten emek harcıyorum. İsteyerek, severek, samimiyetle. Aynı şekilde o da bana bunu yapıyor ve ikimiz de birbirimize hem ilham hem de motivasyon kaynağı olduğumuz için ikimizin de günü iyi geçiyor. Dostluk da böyle bir şey. İnsanın hayatında böyle dostlar, böyle ortaklar olması lazım.

Normalde motive olmak için insanın sadece kendisine ihtiyacı vardır ama zaman zaman kendin başaramıyorsun bir düşünce hatasına saplanıp kalıyorsun. Birisi size farklı bir bakış açısı getirirse orada, bir dostluk elini uzatırsa, samimiyetle sizi kucaklarsa o zaman çok çabuk düzeliyorsunuz.

Peki diyeceksiniz ki bir gün, ikiniz birden olumsuzsunuz, ne yapıyorsunuz böyle durumlarda? İkimiz de birbirimizle görüşmüyoruz 🙂 Bu en fazla bir gün sürer bu şekilde. Sonraki gün tamamen düzelmiş bir şekilde devam ediyoruz veya birimiz düzelmiştir ve bizde birimizin düzelmesi yeterlidir, çünkü diğerine elini uzatabilir. Dost dediğin olumlu insandır. Kötü zamanlarda sizi motive etmeye çalışır. İlham veren insandır aynı zamanda. İnsanlardan ilham verenleri seçmemiz lazım.

Bugün şirketler müşterilerinin neye ihtiyaçları var sorusuna dikkat ediyorlar. Onu bulalım, ona göre bir şey üretelim ve hizmet verelim. Doğru mu doğru fakat unuttukları bir şey var, insanları bir yere götürmeleri de lazım. Yani ihtiyacı belki sizin de yaratmanız gerekiyor. Henry Ford ne demiş ” ben eğer insanların sözünü dinlemek isteseydim, daha hızlı koşan atlar yapardım” Steve Jobs da aynı şekilde dinlememiş kimseyi. Bir şey yarattı, oraya yolculuk yaptı ve insanları oraya taşıdı. İlham veren insanlarla birlikte biz başka insanları bir yere götürmeliyiz.

Sadece ihtiyaç ve beklentilerini karşılamak, artık sıradan şeyler bunlar. Bunu tüm şirketler yaptığı için rekabet var. Herkes bu riski almıyor, dolayısıyla haz da alınmıyor yapılan işlerden. Özel olmak için insanları bir yer götürmek lazım. Rekabet havuzundan çıkıp başka bir kulvara girmek lazım. Bu özel hayatta da böyle olmalı. Bunun için sizin de ilham veren bir insan olmanız lazım. Yaratıcılığınızın olması lazım.Bir konu daha var İLK DEFA sizinle açıklayacağım bunu:

İnsanların gelişmeye ihtiyacı var diyoruz, peki gelişeceğiz, gelişeceğiz.. Bizim de bir kabımız var, kap taşacak. Bizim kabımızı genişletmemiz genişlememiz lazım. Yani derinlemesine düşünebilmek, farklı bakış açılarından bakabilmek. Genişleyip daha fazla bilgiyle doluyor olmamız lazım. Kısacası, GELİŞMEK İÇİN GENİŞLEMEMİZ LAZIM!

Pınar: Harika! Tesekkürler bu paylasim için… Liderlik konusundaki düşünceleriniz neler?

H.IŞIKÖREN: Eğitim ve seminerlerde soruyorum, içinizde yönetici olmak isteyen var mı diye. O kadar çok parmak kalkıyor ki. Sonra ben o parmak kaldıranlara diyorum ki, peki neden yönetici olmak istiyorsun. Açıkladıkları şey aslında yöneticilik değil çocukların. Hepsi diyor ki, insanlara yardımcı olmak istiyorum. İnsanlara yol göstermek istiyorum. Aslında bu arkadaşlar lider olmaktan bahsediyorlar fakat bunu yöneticilik zannediyorlar. Biz bu kavramları bile karıştırıyoruz. “Yöneticilerin belli sayıda çalışanları varken, liderlerin artan sayıda takipçileri vardır.”

İnsanlar lider olmak yerine yönetici olmaya çalışıyor ancak burada ince bir çizgi var. Bugüne kadar hiç bir gurunun bunları söylediğini duymadım, okumadım. Lider olmaya heves edilirse, şöyle bir sıkıntı doğabilir, diktatörlüğe gidebilirsiniz. Buna örnek iki lider verelim. Birisi Hitler birisi ATATÜRK. Hitler, insanları mahveden bir liderken, Atatürk Türkiye’ de yaşayabilmemizin nedenlerinden başta geleni. Yoktan var etmiş bir kişi. Ulu Önderimiz. İkisi de lider ancak biri yani Hitler liderliği kötülüğe kullanmış. O zaman liderliğe heves etmek yetmiyor. Bunun yerine daha önemli bir şey var. LİDERLİK ETMEK! İnsanlara samimiyetle yardım etmek, onlara yol göstermek ve bunu siz bir elemanken de yapabilirsiniz, bir müdürken de yapabilirsiniz, bir ev hanımıyken de yapabilirsiniz, bir çocukken de yapabilirsiniz. Bunun mevkiyle, unvanla, yaşla bir alakası yok. Siz liderlik ettikçe, insanlar sizin yanınızda yer almaya başlıyorlar. Sizin başarmanız için onlar da size yardımcı olmaya çalışıyorlar. Siz o zaman doğal lider oluyorsunuz. Bundan güzel bir şey var mı? Doğal liderliğin içinde ne ego ne kibir var. Diğerinde ” ben lider olacağım! ” düşünsenize belki insanların istemediği şeyleri yapacağım, belki insanları öldüreceğim lider olunca. O yüzden bu ayrımı ortaya koymak istiyorum. Önümüzde üç seçim var. Yöneticilik yapmak, lider olmak, liderlik etmek. Bence herkes liderlik etmeli.

Pınar: Kibirle ilgili düşünceleriniz? Bunu özellikle soruyorum çünkü bununla ilgili harika bir sözünüz var biliyorum:)

H.IŞIKÖREN: Teşekkürler:) Dünyada insanların en sevmediği şey, bir insanın egosunu ve kibrini arttırması. Kibirli insanı kimse sevmez. Özellikle bizim Türk toplumunda, kibirli insanlar sevilmez. Dinimizle de çok alakalı bir şey bu. Benim bu konudaki sözüm kısaca şöyle; KİBİR BİTİRİR!

Muhteşem Yüzyıl’ da mıhteşem bir sahne vardı hatırlarsanız, herkesin dünyanın hakimi diye hitap ettiği Sultan Süleyman savaşa gittiğinde, kendi çadırında yatmadı, mezar kazdırdı mezarın içinde yattı egosundan ve kibrinden arınmak için. Çok güzel bir örnek bu. Bunu eğitimlerde daima anlatırım. İnsanlar durumun farkında olması lazım. Kibir gerçekten bitiriyor. Mütevazı bir insan olmak lazım. Tevazu sahibi olmak lazım. Bu insan olmanın kurallarından bir tanesi bence çünkü kimse kimseden üstün değil.

Ben mesela birisiyle görüşürken ki Belgin hanımın tekniğidir bu, çok üst düsey birisiyle mi görüşeceğiz onun bebeklik halini düşünürüz biz, ağzında meme emerken. Aynıyız yani, bir sıkıntı yok. O yüzden uyumlama yapabiliyorsunuz. Burada teknik bilmek çok önemli, teknik bilmekten daha da önce, şu mağdur zihniyetinden çıkmamız lazım. Yani hepimiz mağdur psikolojisiyle yaşıyoruz. Fazla arabesk yapıyoruz.

Mesela ben Adana’ ya seminer vermeye gittiğimde, taksiye bindik taksici koymuş Ferdi Tayfur’ u Allaaah gidiyor. Baktım böyle yol bitmeyecek dedim neşeli bir şey yok mu? Dedi var abicim. Bir değiştirdi ki Orhan Gencebay Batsın Bu dünya başladı:)))

Pınar: :)) harikaymış bu… Motivasyona çok ihtiyacı var insanların öyle değil mi?

H.IŞIKÖREN: Kesinlikle öyle. Hepimiz bu dünyada öğrenciyiz ve bu öğrenciliğimiz hiç bitmiyor. Hayat bir okul ve sürekli bir şeyler öğreniyoruz. Sınanıyoruz ve armağanlar alıyoruz. Hayat da zaten, sınavlar ve armağanlarla dolu.

Böyle bir hayatın içinde yaşıyoruz, sürekli bir şeyler öğrenme durumundayız ancak bu yolculukta her birimizin başka bir tarafa da geçmemiz gerekiyor. Öğretmeyi de öğrenmeliyiz! Yani herkes öğrenmeye çalışıyor tamam süper güzel de bir de öğretmeye çalış öğrendiğini. İnsanlara bir şey paylaş, yol göster, yardımcı ol. Bu tarafta eksik kalıyoruz. Bence yanlış. Sadece öğrenci olarak kalmak yanlış.

Pedogojik formasyon al ya da öğretmenlik diploması al demiyorum ama bir insana yol göster, o insanın neyi başarmak istediğini öğren, gerekirse gizliden yardım et ya da açıkça yardımda bulun. Bunları yapmıyoruz maalesef. Bir kısmımız yapıyor ama çoğunluk yapmıyor. İnşallah bunu yapanlar çoğalır.

Pınar: Danışmanlık yaptığınız şirketlerle çalışmalarınız nasıl oluyor?

H.IŞIKÖREN: Danışmanlık yaptığımız bütün şirketlerin sahipleriyle dostuz biz. Bir kez danışmanlık yaptığımızda müşterilerimiz bizi kolay kolay bırakmıyor.

Uzun vadeli oluyor çalışmalarımız ve onlarla bir müşteri boyutundan çıkıyor ve dost oluyoruz. Tabi profesyonel tarafımız daima kalmaya devam ediyor. Bunu dengeleyerek onların çok yakınları olarak hayatlarında yer alıyoruz. Onları asla aldatmayan, hizmetinde eksiklik etmeyen, en iyi hizmeti sunan insanlar olarak…

Onlar da sağolsunlar ihtimam gösteriyorlar bizi kaybetmemek için. Eğitim tarafında da şu oluyor, insanlara öncelikle bir yüzleşme yapıyoruz. Mesela satış eğitimi vereceksek hemen satış tekniklerini öğretmiyoruz bunu doğru bulmuyoruz çünkü bir insanın eğer yokluk bilincinde yaşıyorsa ki ülkemizde çoğu insan bu bilinçle yaşıyor, kendine güveni yoksa, istediği kadar teknikleri öğrensin karşısındakine bunu geçiremiyor.

Ben hep şunu söylerim, karşınızda iki insan olabilir, hiç okumamış bir çoban bir de 2 üniversite bitirmiş bir profesör, İkisi de hisseder bu tavrınızı, beden dilinizi. Çünkü insan hisseder. Okumasına gerek yok. Bu yüzden 1-0 yenik başlıyorsun, satış olmaz istediğin kadar teknik bil. Önce bakış açını değiştirmen lazım. Yokluk bilincinden kurtulman lazım. Varlık bilincine geçmen lazım. Bakış açını pozitife çekmen lazım ve dünyada herkes satış işinde, hepimiz birbirimize bir şey satıyoruz. Fikir satıyoruz, ikna etmeye çalışıyoruz. Satış işinde olup da satışı öğrenmemek kadar manasız bir şey olduğunu düşünmüyorum ama satışın da sadece tekniklerden oluşmadığını da kabul ediyorum. Öncelikle bakış açısı, motivasyon, varlık bilincine geçmek ondan sonra teknikler. Biz böyle bir sistem uyguluyoruz.

Mesela ilk haftalar sadece bakış açısıyla uğraşıyoruz, varlık bilincine geçmeye çalışıyoruz ve satışlar yüzde yüze yakın artıyor.

Pınar: Ne kadar sürüyor eğitimler?

H.IŞIKÖREN: Biz inşaat şirketlerine 16 hafta eğitim veriyoruz ama 16 haftanın her günü değil, haftada bir gün. Bu 16 haftanın 4.’ cü gününde satışlar artıyor. Bu süre içinde satışın s’ si yok. Sadece bakış açısı, varlık bilinci ve motivasyon var. Olumlu düşünmeyle satışlar artıyor, düşünebiliyor musunuz nasıl bir durum var ortada.

Satıcıların çoğu maalesef olumlu düşünme becerilerine sahip değiller. Farkında değiller. Kitaplar da bizi bir yere kadar taşıyor. Kitabın da dışına çıkmamız lazım, eğitimler almamız lazım. Bir düşüş olmuyor mu oluyor, demotivasyon yaşıyoruz o zaman bizi arıyorlar görüşüyoruz. Yardımcı oluyoruz.

Her şey para değil. Bizim bir başarımız varsa eğer, kendi bakış açımızı, kendi inandıklarımızı, kendi hayatımızda yaşadıklarımızı onlarla paylaşmaktır. Benim geçmediğim yollardan ben onları geçiremem ki. Ben hiç yaşamamışım o başarıyı, ben sana diyorum ki şunu yap. Olmaz! Ben örneklerle anlatıyorum bunu. Denemeden yanılınmaz, dene diyorum.

Pınar: İşini sevmeyen ne yapsın?

H.IŞIKÖREN: Sevdiği işi bulsun bulamıyorsa, öncelikle bakış açısını değiştirsin. Zorlasın kendini, sevebilme yöntemlerini arasın işinde, hemen kestirip atmasın…

Tanrı hepimizi güçlü yönlerimizle dünyaya getirdi buna çok inanıyorum. Baktı olmuyor o zaman Tanrı’nın bize bahşettiği o güçlü yönlerini arasın. Bu bir işaret aslında, Tanrı diyor ki bak ben sana bunları verdim bunları bulursan çok mutlu bir hayat yaşayacaksın.

Bunların farkında olmadan hayatın sonuna gelenler var. 80 yaşına geliyoruz keşke diyoruz ve ölüp gidiyoruz. Günah, ne insanlara bir faydamız oluyor ne de kendimize. Mutsuz bir hayat yaşıyoruz.

En erken yaşta mümkünse bunu keşfetmek lazım. Sormak lazım, benim güçlü yanlarım nelerdir, neyde yetenekliyim, burada var olma sebeplerim ne, nelerim ön planda…

Bir başka görüş de var mesela, zayıf yönlerini geliştir. Ben buna katılmıyorum. Ben, güçlü yanların daha da güçlendirilmesinden yanayım. Çünkü işaret orada! “Tanrı vergisi yeteneklerinizin hakkını verin. Yeteneğinize karşı günah işlemeyin.”

Bence Tanrı vergisi yeteneklerimizi kullanmamak günah işlemektir. Yukarıda soracaklar hesabını. Ben sana yetenekler verdim, işaretler verdim neden bir şey yapmadın diye soracak bence. Annemi dinledim, niye dinledin? Kim dedi sana dinle diye. E ama annem o benim. Olur mu öyle şey! Annense sen anneni ikna edeceksin. İkna etmek için de satışı çok iyi bilmen gerekir. Çünkü satış eşittir ikna etmektir.

Pınar: Tüketim kültürü hakkında neler düşünüyorsunuz? İnsanlar mutluluğu bu şekilde mi arıyor?

H.IŞIKÖREN: Bir çocuk doğduktan sonra, ailesi onu iki tane eğitime göndermeli, bir satış ikincisi kişisel finansman. İnsanlar henüz bütçelerini yapamıyorlar. Kredi kartları aşmış gitmiş. Ben iddia ediyorum, sizinle şimdi bir dükkana, bir şirkete girelim, çalışanları alalım karşımıza, diyelim ki bankaya ne kadar borcunuz var. 10 bin Tl’den aşağı borcu çıkan varsa ben bilmiyorum bu işi. Herkesin ödeyemeyeceği kadar borcu var çünkü bütçelerini yönetemiyorlar.

Bunda tüketim kültürünün de bir baskısı var tabi. Orada da şu sıkıntı var; mutluluğun bize bir arayış olduğu söyleniyor. Bazı sözde kişisel gelişimciler de, mutluluğun bir seçim olduğunu söylüyorlar. Ben bu kadar kolay olduğunu düşünmüyorum. Mutluluk biz doğduğumuzda bize verilen bir şeydi. Bu da bir işaretti. Yüce Yaratıcı için hepimiz eşitiz, doğarken hepimiz mutlu doğuyoruz. Bize büyüdükçe mutlu olduğumuz unutturuluyor, çevremiz tarafından, ailemiz tarafından, tüketim kültürü tarafından…Bize denildi ki reklamlarda, şu diş macununu kullan yoksa dişlerin dökülür. Şu şampuanı kullanırsan saçın parlar, insanlar seni daha çok beğenir, kullanmazsan saçın dökülür. Altta korku vererek bize bunu kullanırsan mutlu olacaksın diyerek mutluluğun bir arayış olduğunu öğrettiler. Fakat bunların geçici olduğunu biliyoruz.

Mesela spor bir araba reklamında güzel bir kız yakışıklı bir erkek görüyorsun hemen o arabayı almam gerekiyor diyorsun. Paranı biriktiriyor alıyorsun 2 ay sonra mutsuz oluyorsun yeniden ve başka bir araba mutluluğu arıyorsun. MUTLULUĞU SEÇMEK DEĞİL, MUTLU KALMAYI SEÇMEKTİR DOĞRUSU! ‘Mutluluk bir oluş hali, arayış boşuna.’

Mutluluk bir oluş halidir. Doğumla birlikte var olan fakat sonrasında unuttuğumuz bir konu. Kafamızda kurduğumuz şeylerle kendimizi mutsuz ediyoruz. Bugün profesörler var, uzmanlar var mutsuz. Adam bilim adamı ama mutsuz. Çözememiş onu. Çünkü kafasında kurmuş ve kendi gerçeklerini değiştirmiş.

Bunlardan kurtulmamız lazım, bunlar bizi mahvediyor. İnsanları hasta eden şey aslında bunlar. Kötü düşünceler, başarıyı farklı algılamalar. Mesela para kazanmak başarı olarak endeksleniyor ya, paralı olmak aslında o. Parası olan insan başarılı demek değil. Nice insanlar var parası yok ama çok başarılı çünkü mutlu adam. Çok parası olan adamlar mutsuz. Çok paralı olup mutlu olanlar da var.

Tabi ki doğrusu hangisi? Para da kazanıyor olman çünkü para da bir enerji ve emeğinin karşılığında aldığın bir ödül, o da lazım ancak mutlu kalman en önemlisi. Bunu yapabilmek için de bunların farkında olman lazım. Sürekli okumak lazım, çözmek lazım bazı şeyleri, farklı görüşleri de okumak lazım, önyargılardan kurtulmak lazım.

Pınar: Nazik hediyeniz için teşekkür ederim. Herkes hediye almayı sever ama kitap bazılarını benim gibi çok mutlu eder:) . Peki neden bu kitap?

H.IŞIKÖREN: Rica ederim Pınar Hanım. Keyifle okuyacağınıza eminim.

Korku kitabı benim hayatımdaki en birinci kitaplardan bir tanesi çünkü ben hayatta hepimizin sıkıntısının korku endeksli olduğuna inanıyorum ve bir görüşüm daha var, dünyaya kadınlar ve erkekler gelirken aslında bir pozitif ayrımcılık var orada.

Kadınlar daha şanslı ve güçlüler erkeklere göre çünkü kadınlar ya korkusuz ya da cesur olarak geliyorlar dünyaya ancak erkekler korkusuz, cesur ya da korkak olarak. Kadınlar bunu fark etmeli, cesurlar korkusuzluğa geçmeli, korkusuzlar dilediğini seçmeli. Umarım size hediye ettiğim Osho’nun Korku kitabı sizin için de bir başucu kitabı olur.

Pınar: Bu harika söyleşi için çok teşekkür ediyorum. Eminim bir çok kişinin hayatına soyadınız gibi ışık örülecek 🙂 Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

H.IŞIKÖREN: 🙂 Çok keyifli bir söyleşi oldu, çok teşekkür ederim. Söyleşiyi motivasyon konuşmalarımdaki sözümle tamamlamak isterim. “Gece bile ay ve yıldızlarını bize göstermek için kararıyorsa, umutsuz ve karamsar olmak niye?”

Birileriyle her karşılaştığımda, sessizce onlara mutluluk, sevinç ve kahkahalarla dolu bir hayat dileyeceğim” diyen Deepak Chopra gibi ben de gönülden diliyorum bunu herkese ve etrafımda böyle düşünen insanları bulundurmayı yeğliyorum. Buna bir kişi daha dahil olduğu için ayrıca çok mutluyum.

Umarım herkes bizim kadar keyif almıştır. Hilmi Işıkören gibi pozitif insanlar çoğalmalı çevremizde…

Işığını kimsenin söndürmesine izin verme!

Sevgiyle,

Pınar Tok

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.